27 Kasım 2008 Perşembe

Esnafname

Anadolu'da en iyi ne yapilir? Bir gurbet kusunun bu soruya yaniti: yemek! Insani, yemeye de pisirmeye de onem verir, zaman ayirir. Falanya'da en iyi kopru yapilir, Filanistan'da parfum. Yemegi gecistiren ulkelerde yemek alternatifleri meslege, kulture, tarihe gecmis. Alman milli takiminin meshur kalecisi Meier (mandiraci) ismini tasirken golcu Muller atasinin degirmenci oldugunu bilir elbet ama onemser mi? Ne terzi Schneider'i eksik kalmis, ne dülger Zimmermann'i. Ama bizde de oyle. Bugune bakinca insanin inanasi gelmiyor ama Osmanli'da esnaflik epeyce detayli ve ehemmiyetli bir kurum olarak kok salmis. Inanmazsan Evliya Celebi'ye kulak vereceksin.

57 meslek grubunda 1100 loncaya sahidim, diyor. Lonca sistemi dini boyutu da olan, Ahilik (arapca birader) duzeninin bir uzantisi. Her loncanin (en az) bir amblemi var. Loncalar uyelerin tum hayati gibi bir sey. Mesela suc isledin mi lonca elinden gelirse hapse girmeni engelliyor, sorunu kendi icinde falakayla cozuyor. Hiyerarsi: Yamak, cirak, kalfa, usta, ustad.

Ustalik sinavini gecen, beline pestamal sarilip gedik (lisans) verilince dukkan acabiliyor, ama her istedigi yerde degil, kethüda (lonca lideri) nerde uygun gorurse, ki buyuk sehirlerde esnaf bir bolgede toplanirmis: ayakkabicilar Fatih'te, bileyciler Uzuncarsi'da, oyuncakcilar Eyup'te, gibi. Seyyar saticilarin dahi mintikasi belli ve cok kati kurallara tabi.

Cesit cesit lonca var, hepsini saymak mumkun degil, kulaga ilginc gelen birkacini analim bari: Esnaf-i Kara Hirsiz, Esnaf-i Bazeveng-i Eblehan-i Sazengan, Esnaf-i Mesrubat-i Deva, Esnaf-i Timarhaneciyan, Esnaf-i Kum Sa'atciyan, Esnaf-i Gumus Arayiciyan, Esnaf-i Sapanciyan (Pirleri Hz. Davud), Esnaf-i Tabancaciyan (Bunlarin da piri Hz. Davud, hadi sapanciyi anladik da tabanca? Davud'un tabancasiysa kasit, tovbe tovbe...)

Gel yaren, mesleklerden bir tanesini kisaca gonul soframiza meze edelim. Kim mi dedin, gurbette yine cok onemli olanlardan birini: berberi!

Evliya Celebi diyor ki, ilk berber Hz. Ibrahim. Kabe'yi bitirdikten sonra haci olma babinda tras olma emri de gelmis. O yuzden berberlerin birinci piri Hz. Ibrahim. Ikincisi yine tanidik bir isim: Selman-i Pak, bilinen adiyla Selman-i Farisi. Peygamberimizi tras etmis. Isfahan dogumlu kabul ediliyor. Zerdustlukten Hristiyanliga ordan da Muslumanliga gecmis bir zat.

Osmanli'da berber kahvede calisirmis. Kahvehaneler yenicerileri azdiriyor diye kapaninca vatandas tras olacak yer de bulamamis, toplum gerilmis, bir kisim kahve yeniden acilmis. Berberin dukkani mi olur diyor o zaman halk. Cok ilginc bir tarz hakim: musterinin kafasini dizine yatiriyor berber, cellat gibi veya kurban keser gibi bir nevi.

Berberlige ilaveten dis doktorlugu ve sunnet yaptiklarini herkes bilir de, cerrahi mudahale yaptiklarini yeni ogrendim. Karaciger ameliyati yapmiyor tabii ama Abdurrahman Celebi rolunu elinden geldigince oynamis Selmaniler!

17 Kasım 2008 Pazartesi

VERDA STELO

Orduevi'nde askerlik yaptigim yillarda herhalde kazara cantamda kalmis TSK demirbasi yesil beyaz ciltli ol kitaba gore dunyanin en eski uluslararasi yapma dilini 1580 yilinda Mehmet Muhittin adinda bir Edirneli icad ediyor, Babil'den esinlenerek bu dile Balibilen adini veriyor. Tutmuyor tabii. Niye tabii dedim, bilmiyorum, refleks belki. Almanlarin Volapük denemesi de kisa omurlu olmus ona bakarsan.

Aralarinda Alman filizofu Leibniz'in 1666 tarihli ol calismasinin da yer aldigi bir dolu basarisiz denemeden sonra 1887 yilinda Polonyali Musevi Goz Doktoru Zamenhof'un yarattigi dil sistematigi Esperanto (Umutlu) adi altinda kok saliyor. Bu dilin sembolu olarak "verda stelo"yu yani yesil yildizi secen Doktor Esperanto bir dilin tutmasi icin en onemli unsurdan, yani halktan yoksun olmanin acigini, istisnasizlastirma (yani her durum icin sadece bir kural olsun) stratejisiyle asmaya calisiyor. Asti mi peki diyeceksiniz, soyle soyliym, aranizda Esperanto konusan var mi?

Ancak yine de ovguye deger bir ugrastir kanimca. Bu kaniya sahip olmakla yetinmeyip Esperanto ogrenen bir dolu (hasta - pozitif anlamda) insan var dunyada. Ben de bir keresinde Kaliforniya' da bir universiteye yazmistim, sagolsunlar ilk dersi postayla bedava gondermislerdi, gerisi icin para istediler, posta masrafi degil tabii kasit. Yine de rahmetle anarim.

Nedir peki bu dilin kemigi? Sudur: isimler: -o, zarflar: -e, sifatlar: -a, fiiller: -i eki ile biter, cogul -j sonekiyle yapilir. Istisna yok diyor. Harf-i tarif (Artikolo) bir diyor, o da LA. Venigu kuraciston dersem doktor getir, venigu la kuraciston dersem doktorU getir, oluyor. Bu.

Hos bir detay: alfabe okunurken sessiz harfler -o sesiyle seslendiriliyor, yani ornegin k, l, m, n, o, p, r, s harfleri ko, lo, mo, no, o, po, ro, so seklinde telaffuz ediliyor. Aranizdan bazilarinin bu noktada sirittigini sezinler gibiyim ve kim olduklarini da bilir gibiyim.

Olur da bir gun elinize bu dilde yazilmis bir mecmua gecer de konu komsuya rezil olmayalim seher vakti derseniz diye notumu duseyim: butun vurgular hep sondan onceki kelimede, Avrupa dillerinin bircogundaki gibi. Bizdeyse genelde son hecededir, dikkat buyuralim, bilincsizce toprak olmayalim.

Esperanto ogrenmek isteyenler bunu kitaplardan ogrenecekler. Yok ben cok orjinal bir kisiyim diyorsan sunu da not ediver Edward (ay altima edecem simdi): San Marino'daki Akademio Internacia de la Sciencoj universitesi Esperanto'yu resmi ders dili olarak gundemine alan dunyadaki tek akademi. San Marino, Italya'nin beri tarafinda biliyorsun. Turkiye'de de bir donem Aydin civarinda orgutlulermis ama son durumu bilemem. Neden Aydin deme.

Takdimimize son vermeden elbette birkac kelam edecegiz Esperanto dilinde. Fakat bire bir tercume olarak almamanizi rica edecegim, hatta cok rica edecegim: Bonan vesperon (iyi aksamlar emmoglu), dankon (sagol canim), Saluton (merhaba cigerim), Mia nomo estas Hayrullaho (Ismim Hayrullah'tir beyim, buyur diyecegini), Kiel vi fartas (Nasil gidiyor kirvem?), Ne tre bone (Icguveysinden hallice), Mi amas vin (Seviyorum ulan seni, hi?).

Magazin basini icin de notumuzu duselim: Dunyada Esperanto'yu ana dili olarak konusan (yani bebeklikten itibaren birinci dil olarak ogrenen) 2000 civarinda vatandas arasinda tanidik bir isim de var: George Soros.

Siyasi mekanizmalara bile yansimis bir dil: Ayetullah Humeyni Ingilizce'ye alternatif olsun diye butun dunya muslumanlarina Esperanto'yu ogrenme ve yaymayi fetva verdikten sonra bir de bakmis ki ulkesindeki Bahailer bu dile zaten uzun zamandir ozel bir ilgi duyuyorlar, hemen yasaklamis. Iran bir kultur deryasi, tarihsel acidan seyedersek. Fakat bu haber balonsa fena gaza geldik demektir. Kahrolsun asparagas diye haykiririm o vakit.

Astoria Krali Serkano

14 Kasım 2008 Cuma

ULUS BAKER

yazar, çevirmen, sosyolog.... odtü de öğretim görevlisiydi, müzik ve sinema konusunda muazzam bilgi ve birikime sahipti...virgü l ve kirpide yazıları çıkıyordu diye biliyorum... bir arkadaşım da sinemayla ilgili özel öğrenci olarak bulunmuştu dersinde ve kendisine hayranlığını belirtecek doğru ifadeleri bulmakta güçlük çekmişti....ben kendisini gecikmeli fark ettim....fark edip de çok da iyi okuyamadım veya izleyemedim aslına bakarsanız... birkaç kez mülkiyelilerde görmüştüm ankarada, sanki yeryüzünde ağırlık yapmayayım der gibi bir duruşu vardı....çok da bütüncül bir külliyatı yok bildiğim kadarıyla...makalele ri var ve bir de aşındırma denemeleri diye bir kitabı...yazıları zaman zaman beni çok aştı o yüzden kitabını henüz okumuş değilim...2 temmuzda öldü...sonrasında arkadaşları yazılarını bir araya getirmeye çalıştılar...aşağıdaki linkte yazılar var....spinoza ve aşkın diyalektiği ile hasta kimdiri okumanızı tavsiye ediyorum.... ....

http://www.korotono medya.net/ kor/index. php?ulus_ baker

ıREM

11 Kasım 2008 Salı

UZUN İHSAN EFENDİ


(photo: cenneti beklerken, derviş zaim)

Türk edebiyatında benim bilebildiğim kadarıyla türünün tek örneği. Türkçenin eski ve günümüzdeki halini ustalıkla harmanlamasını n yanı sıra, bilinmeyen ya da bilinip de unutulmuş deyim ve terimleri adeta bunların kullanıldığı zamanlarda yaşıyormuşcasına, sırıtmalarına müsaade etmeden kullanabilen, yerelden evrensele giden yolu Gabriel Garcia Marquez’e taş çıkartırcasına işleyerek kateden müstesna yazar.

1960 Yozgat doğumlu İhsan Oktay Anar halihazırda Ege Üniversitesinde Yardımcı Doçent olarak görev yapmakta, ancak edebiyatçılıktaki sivrilişi akademisyenliğ inin çok ötesine geçmiş durumda. Her kitabını ilginin kelime anlamına sığmayacak şekilde, farklı duygularla okutabilen, bu yönüyle okuyucuya hem masal dinliyormuş hem de belgesel izliyormuş hissini şırıngalayan kitaplarının ise sırasıyla: Puslu Kıtalar Atlası (1995), Kitab-ül Hiyel (1996), Efrasıyab’ın Hikayeleri (1997), Amat (2005), Suskunlar (2007) olduğunu belirtelim.

Zaman, olay ve karakter geçişlerini hiç üşenmeden etraflıca işleyen ve bunların her birini çok ilgi çekici konulara dönüştürebilen yazar, kimi zaman çok net tarih vermese de kitaplarında hep 16. ve 17. yüzyılın İstanbul’undan kesitler sunuyor. Ama bunu öyle bir yapıyor ki, Anar’ın zaman makinesini icat etmiş olabileceğinden ve sık sık o tarihlere giderek, o dönemin İstanbul’unda ikamet etmeyi tercih ettiğinden şüpheye düşüyorsunuz.

Anar’ın kitaplarında en göze çarpan öğelerden biri de, anlatılan konunun çok iyi araştırılmış ve sunulmuş olduğu izlenimini vermesi. Son derece spesifik konular da olsa bunların yazar tarafından nasıl bu kadar iyi bilindiğine veya ne kadar iyi araştırıldığına, yer yer şaşırıyorsunuz. Özellikle Suskunlar’ı okurken birçok kez gözlerimin faltaşı gibi açıldığını ve bu yüzden kendime hayret ettiğimi söylemeliyim. İlk kitabından son kitabına doğru gidildikçe, eleştirilecek birtakım yönlerini asgariye düşürdüğünü gözlemlediğim için, kitaplarının tenkit edebileceğim birtakım unsurlarını burada zikretmeye gerek duymuyorum ve Suskunlar ile yazarın kendi zirvesine ulaştığını düşünüyorum. Kendine yakışacak sosyal ve felsefi derinliği de müteakip kitaplarında yakalayabileceğ inden eminim. Bunun işaretlerini Suskunlar’da veriyor çünkü.

4

Ali Ulvi Hünkar Olmak


Jean-Paul Charles Aymard Sartre, " bir insan her zaman bir hikaye anlatıcısıdır; kendi hikayeleriyle ve başkalarının hikayeleri ile çevrili yaşar; başına gelen her şeyi onlar aracılığıyla görür ve hayatını anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışır." diyor. (Photo: Ali Ulvi Hünkar-sağ) Herkes hergün benzer hikayeleri anlatır fakat bazı insanlar o kadar güzel aktarırlar ki bu hikayeleri. Son zamanlarda bu hikaye anlatıcılarından en müstesnasını sizle paylaşmak isterim. Onun yazdıklarını izlerken veya okurken ne hissettiğimi düşünmekteyim ciddi bir süredir. Galiba şuna benzer birşey hissediyorum. Ali Ulvi Hünkar kelimeler ile insanı kaçamayacağı bir köşeye sıkıştırıyor. O köşede, kaçamayacağınızı anlıyorsunuzve size diz çöktürüyor ve diz çökerken sizi hüngür hüngür ağlatıyor, ve oradan uzaklaşıyor. Bir senaryo yazarı olan Ali Ulvi, aslında senaryo yazarı değil bana göre. bir “hayat yazarı”. Bu pırıltıyla, en son senarist Atilla İlhan’ın efsanevi “Kartallar yüksekten uçar” dizisinde, Banazlı ismailin rakı kadehini “usuletle ve suhuletle gülüm” diyerek kaldırıp kimseye etmem şikayeti söylemesi ve yaşlı gözlerle gördüğü pişmanlık dolu sanrılarının, dizinin son bölümde açık şekilde aslında ne olduğunun görülmesiyle yüzleşmiştik. Ne idi o gerçek? Dizi boyunca Bilinmeyen bir şekilde zengin olarak ege yoresinin kirsal kesimini terk ederek istanbul da buyuk adam olmus, karabulut holdingi kurmuş çoğu zaman efkarlı tatlı sert Banazlı İsmail’in , en yakın arkadaşı ve kendi gibi kuvvacı çolak efeyi, taşıdıkları milli mücadele altınlarını almak için ve de daha da çok her zaman gözü olduğu çolak efenin karısını elde etmek için, göreve giderlerken kuytu bir dağ başında arkadan vurnuş olması gerçeği idi. Bu gerçeğin seyircinin nezdinde ortaya çıkması flash backlerin tam olarak seyirciye son bölümde gösterilmesiyle oldu, ve buna rağmen Banazlıdan bir türlü nefret edemememize ne sebep olmuştu? Sanki günahsız olmadığından ilk taşı atamamıştık. Bu tam açıklayamayacağı mız, yada daha doğrusu cüret edip açıklamaya çalışmayacağımız şey Ali Ulvi Hünkarın kelimelerinde çok yoğun şekilde vardır. Bu dehayı Ali Ulvi Hünkarın Yeditepe İstanbul Dizisinde görebiliriz. Fakat Sonraki eserlerinde bunu, anlayamadığım bir sebepten, şimdilik görememekteyiz. (Sultan Makamı dizisini biraz dışarıda tutuyorum). Yeditepe İstanbul Dizisi http://www.youtube. com/watch? v=z4gKfFbHazQ Buradan izlenebilmektedir. ------------------------------------------- Dizinin bazı öldüren replikleri------ * Duru, Ömer'in vücuduna jiletle çizdiği D harfini görünce sorar duru: Bu neyin "D"si omer: Hiiiiiç .dünyanın "D"si. * (12 eylül döneminde olaylara katılıp, hapse düşüp işkenceden akıl sağlığı bozulan Ali uzun yıllar sonra hapisten çıkmıştır. , evden dışarı çıkabildiği nadir bir günde teknik üniversiteden eski üniversite hocasını ziyaret etmeye gitmiştir. Hocası inzivaya çekilmiş ve bir yandan şarap çekerek bahçesinde kümes yapmaktadır.) Hoca: hadi çek bi fırt Ali: hayır ben epeydir ayık değilim zaten Hoca: evet ama ben içeceğim,özellikle hava kararmaya yüz tutunca ayıklığa dayanamıyorum Ali: size gelmek sizi bulmak benim için önemliydi hocam çünkü size sormak istediğim bişey vardı,çok önemli bişey... Hoca: bak şimdi merak ettim Ali: neredeydiniz hocam,arkadaş lar neredeydi,bütü n o koşuşturmalar, o eylem planları,paylaş tığımız her şey neredeydi?? Bir şeyler söyleyin hocam o kalabalıklara ne oldu? o meydanlara sığmayan kalabalıklara. .. üç beş kişiden bahsetmiyorum ben, mümkün mü yüz binlerin aynı anda unutması her şeyi Hoca: kimi adını değiştirdi,kimi yüzünü hatta kalbini bile değiştirenler oldu ali,kimi kayboldu,senin gibi derinlere düşmeseler de.... içmeyeceğine emin misin? (ve fonda Yeni Türkü'den KALBİM KIRMIZI çalar...) * yusuf kitap sattığı dönemde, bir duvar dibinde kitap okurken olcay geliyor yanına fakat yusuf görmüyor Yusuf (farkediyor) : Olcay, sen ne zaman geldin? Olcay: Bir kaç sayfa önce.. * Babasız omerin dul annesi, o cok kucukken, sevdıgı adamla onu terk edip gıtmıstır . Ananesi Hava’ya bırakmıştır Çocuğu. omer sevdıgı durunun da yurtdısına cıkacagını ogrenıyor.elıne atlası alıyor ve duruya,, omer: nereye dıceksın doguya mı batıya yoksa kuzeye mı gıdeceksın.guneydogum u yoksa.orası en guzelı en sevdıgım.nereye gidersen gıt annemın gıttıgı yere gıtme duru.cunku oralardan donus olmuyor… * Ömer: ( duru'ya) :...seviyorum diye haklı olmam da gerekmez ..hem ben seni iskambil destesinde bulmadım ki şansıma küseyim.. * yusuf: aşkta kar-zarar defteri yoktur... alacağın varsa yüreğine yazacaksın... * Yusuf: Adım Yusuf, otuzbeş yaşındayım. Daha hiçbir şey yaşamadım ki ortasında olayım hayatın. O yüzden kenarındayım.. . * [Ömer: Ruhi Sarı, Yusuf: Emre Kınay, Ali : Uğur Polat, Önem: Günay Karacaoğlu, Havva: Meral Okay] OzanA

7 Kasım 2008 Cuma

SILENCE IN THE STUDIO

Bu platform, bir şeyleri tanıtmak veya anlatmak amaçlı ise, anlattığımız veya tanıttığımız her şey biraz da kendimizi içerecektir. Buradan hareket edelim ve diyelim ki “atom heart mother suite” eğer bir şarkıysa şu ana dek yapılmış en iyi şarkıdır. Ve ikincisiyle arasında çok büyük bir mesafe vardır. Şarkıysa diyorum, çünkü müzikal bir ürün olduğu kesin ise de, yapılabilecek kimi ‘şarkı’ tariflerinin içine sığmayabilir. Pyschedelic diye isimlendirilen türü itibariyle pink floyd müziği zaten 70’li yılların rock’ından farklı ve kendi türü içinde bile üst düzey bir çizgide bulunuyorsa da, genel müzikal temalar çok doğal olarak 70’li yılların rock müziğiyle epeyce bir örtüşür. Bu açıdan sıradan rock dinleyicisine pink floyd dinletip, bu eser hangi yıllara ait olabilir diye sorulduğunda 70’li yıllar cevabı alınabilecektir. Bu durum ‘aşmış’ diye nitelendirilmeyi hak etmesine rağmen echoes veya shine on you crazy diamond için de geçerlidir. Ancak atom heart mother o yılların müziğinden tamamen kopmamış ve şarkıdaki kimi temalar klasik rock anıştırmasına çok yakın olsa da bir bütün olarak katiyen bağımsız niteliktedir. Kısacası bu şarkının hangi yıllarda yapıldığını fark etmek veya bu şekilde kategorize etmek zorlama olur.

Kalbine uranyumla çalışan atom pili takılmış bir annenin trajik öyküsünü gazetede okuyup ismini taktıkları ve Pink Floyd’un ilk kez orkestra ve koro kullandığı rivayet edilen bu şarkının Pink Floyd tarafından canlı çalınıp çalınmadığı konusu halen netliğe kavuşmuş değil. Benim eğilimim ise, şarkının niteliğine bakıldığında tamamıyla aynısının canlı olarak pek kolay çalınamayacağı. 1970 tarihli Atom Heart Mother albümündeki bu şarkı 23 dakikadan birkaç saniye fazla sürer ve grubun tarihinde yaptığı en uzun parçasıdır. Ama şarkı, bir yaşam formatının ta kendisinin ruhu olduğu için, o yaşam formatına angaje bir müziksevere keşke daha uzun olsaydı, mümkünse hiç bitmeseydi dedirtir.

Motor gürültüsünden at kişnemesine, garip insan seslerinden şekilsiz elektronik efektlere kadar ve bu arada tabi ki gitar, viyolonsel ve bir sürü enstrümanı inanılmaz bir müzikal uyum ve bütünlük içerisinde eritmiş şarkının, Romalı askerlerin zafer arabalarının geçişinin, ikinci dünya savaşının en trajik döneminin, uzun bir bozkır yolculuğunda insanın içinde büyüyen dingin ama öfkeli ruh halinin, tanrıyla sohbet ederken geçen dakikaların, kölelerin ayaklanmasının, daha önce hiç duyumsanmamış güçte aşık olunan kişinin elini tutma anının, coşkulu bir zikir ayininin hepsi için fon müziği olabileceğini düşünüyorum. Bu şarkının size verdiği duygu nedir diye sorduğumda muhtelif kişilerden yukarıda saydıklarım gibi çok tezat cevaplar aldığım olmuştur. Kütüphanelerin en güzel raflarını hak ediyor.

Şarkı, uvvvaaaaa, hhhhohhhhh, rrrrrrrrrrrrrr, dapatipa, haaaaaaaaaa, wassapppuuuuu, pampam vs. şeklindeki birtakım (benim hangi dilde veya ne anlamda olduğunu anlamadığım) kadın, erkek ve koro vokalleri dışında sözsüzdür. Bir tek istisnayla: 19. dakika 11.inci saniyesinde söylenen, şarkının tek sözünün ne olduğunu dinleyin bakalım anlayabilecek misiniz? 2

GUNES DANSI

Dunyanin en guclu markasi eskiden Marlboro idi. Sonra tufenk icad olundu, biliminsanlari sigaranin kansere yol actigini kanitladilar. Benim tezim bir 200 yil sonra Marlboro'nun ne oldugunu bilen insan sayisi dunyadaki kutuphaneci sayisindan az olacak.

Bakarsin gun gelir, o ates dunyanin en guclu markasini da kavurur. Coca Cola'nin hotorof yaptigi ispatlanir ne bileyim.

Gel gor ki tum bu markalar eriyip gitse de erimeyecek marka nedir desen, cevabim net: Hollywood.

Benim sahsen en sevdigim marka. Emperyalizmin bir numarali silahi ama tadi baska. Ben hayatimin en buyuk askina da bir Hollywood yapimi vesilesiyle baglanmistim. Yapimi pek hatirlamiyorum gerci... Nitekim evlendik.

Hollywood'un dunyalarimizi ne denli degistirdigini, sekillendirdigini anlatmaya luzum yok. Casablanca mi diyim, Baba mi, Matriks mi, insaf!

Ancak... Yin diyorsun Yang diyor, Lam diyorsun Cim diyor, Hollywood diyorsun, ne diyor?

Iste bu sorunun cevabini arayan, Robert Redford isimli aziz, Hollywood'da oynadigi favori rolun ismini Hollywood'a alternatif olarak yarattigi mesuur film festivaline vermis. Allah rahmet eylesin gecende kaybettigimiz buyuk ustat Paul Newman ile cevirdigi Butch Cassidy and the Sundance Kid filmindeki Sundance Kid rolu esiniyle, her kis Utah'ta Mormon baskenti Salt Lake City ve Park City'de duzenlenen aykiri festivale akla kazinan bir isim cakmak suretiyle diyalektik felsefenin yuzunu kara cikarmamis.

Sundance son 30 yilda bircok ismi unlu isim haline getiren bir esik. Robert Rodriguez'den Tarantino'ya, Jim Jarmusch'tan Steven Soderbergh'e onca uzman Sundance'i trampolin olarak kullanmis. Denebilir ki, Sundance olmasa Tarantino Tarantino olmayacak miydi sanki? Fakat, ayni soruyu misir gevregiyle de sormak mumkun. Tarantino yerine degil de Sundance yerine koyaraktan. Demek istedigim, polemige girmeyelim seher vakti.

Festival zamanla moda olup, yildizlarin ve paparazzinin paslastigi yeni bir kirmizi hali havasina burununce festival komitesi katilimcalara filme odaklanin yazili rozetler dagitmis, soytarmayin anlaminda. Bak bak bak.

Bundan sonra ne olur bilemiyorum. Bundan once olansa su: Festivalde odul alan filmlerden bazilari: Sex, Lies & Videotape (1989), El Mariachi (1993), Living in Oblivion (1995), Run Lola Run (1999), Constantine (2005), A Guide to Recognizing Your Saints (2006) ve Choke (2008).

Bu filmleri seyredelim please, he mi. Festivalin bizim icin bir onemi de su: Bordo Java Rapsodi senaryo olarak biraz ceki duzen verildigi takdirde katilabilir, boynuz kulagi gecebilir. Kulak burda Mr. Zaim oluyor.

Umudu yitirmemek lazim. El Mariachi'nin butcesi 7000 dolar. Olur mu oyle sey demeyin. Rahmetli Baris Manco'nun tuhaf sarkisinda dedigi gibi: Nasil oldugunu anlayamadim ama seviyorum seni delicesine. Yani olur anlaminda.

Astoria Krali Serkan