4 Aralık 2009 Cuma

Yokluga Yolculuk

Topraklarimizin beserin yolculuguna en guzide katkisi midir bilmiyorum ama UNESCO tarafindan 2005 yilinda koruma altina alinan kultur mirasimiz Sema, bitmeye soyunan kezduren gonullerde ayri bir yer isgal etmesin de ne etsin?

Sema sevgiliyle bulusmak icin toplu olarak gerceklestirilen bir Mevlevi ayinidir. Cesitli tarikatlarda farkli isimlerde anilir, devran, zikr-i kiyam, gibi. Mevlana'nin sagliginda hicbir usule bagli olmadan icra edilen ayin, torunu Ulu Arif Celebi'nin cizdigi cercevede merasimlesmistir. Ancak semayi diger zikirlerden ayiran bir ozellik, zikir idaresi bulunmamasidir, zira hickimsenin yonetmesine gerek kalmayacak denli ozenle bestelenmistir. Denir ki, zikrin idaresi, Ayin-i Serif'in bestesidir.

Dervis yetistiren asitanelerin bir bolumunu teskil eden Semahane en basit haliyle uc kisimdan olusur. Züvvar maksuresi adi verilen ziyaretci bolumu korkuluklarla zikir alanindan ayrilir. Meydan-i Serif tabir edilen sema alani genelde dairevi veya sekizgen yapidadir. Ucuncu ve son bolum, calip soyleyenler icin ayrilan Mutribhane'dir. Semahaneye ayak muhurlu (sag ayak bas parmagi sol uzerinde), bas kesilmis (saga yikilip yuz kalbe donmus) olarak girilir. Devrana gecmeden evvel namaz kilinir, Mesnevi ve Kur'an okunur, salavat getirilir.

"Dondukce, etekler yelpazelenir
Dondukce, gonulde ask tazelenir..."

Mevlana'nin, sol ayagimiz seriatta sabit, sag ayagimiz yetmis iki milleti gezer, sozune paralel olarak semada direk adi verilen sol ayak yerden hic kesilmez ve bukulmez. Sag ayak sola (kalbe) dondurulerek atilir. Basini saga egip kalbe nazar eden semazen sag elini avcu acik sekilde kaldirir, ihsan edilen feyzi sol eliyle halka dagitir. Kendi etrafinda bir donuse cark denir ve semazen her carkta bir kez sessizce Ism-i Celal okur, yani Allah der. Yavas yavas tennureler acilir ve manevi yolculuk baslar.

Bu yolculugun detaylarini bilemeyecegiz ama hicbir ipucu yok da denemez. Yolculuk vesilesiyle dunya, ruya, varlik, yalan ve sehvetten kacilir, cunku bunlarin insani Allah'tan uzaklastirdigi kabul edilir. Ben fakir hayalgucumle bunu insanin evrenle olan kutsal bagini hatirlama yolunda kendinden siyrilmasi olarak tahayyul ediyorum. Dervise gore sema kendinden gecen kisinin can sarhoslugudur. Nitekim yedi Ayin-i Serif besteleyen Dede Efendi'nin de, eserlerinin Hz. Pir diye de anilan Mevlana'ya ait oldugunu soylemesi, naciz idrakimda tevazudan ziyade meditasyona isaret ediyor.

Diyorlar ki, tasavvuf dort seviyedir. Seriat seviyesinde "Seninki senin, benimki benim". Tarikat seviyesinde "Seninki de senin, benimki de senin". Marifet seviyesinde "Ne benimki var ne seninki". Hakikat seviyesinde "Ne sen varsin ne ben". O halde biz de sozu pirine birakip haddimize donelim:

"Ben bilmez idim gizli ayan hep sen imissin
Tenlerde vu canlarda nihan hep sen imissin
Senden bu cihan icre nisan isteridim ben
Ahir bunu bildim ki cihan hep sen imissin"


Kayip Yolcu S.

23 Kasım 2009 Pazartesi

Ottsy i Deti

Dunya siyaset tarihinin en heyecan verici seruveni neden fikirsel olarak serpildigi Almanya'da veyahut kontrolsuz endustrilesmenin doruga ciktigi Ingiltere varoslarinda degil de Rusya'da devrimi gerceklestirdi?

Aramizda bu sorunun cevabini hakkiyla verebilecek birikimli sahsiyetler var. Aslinda buyuk bir bilmece de degil. Rus edebiyati ile ilgilenenler ornegin devrimin geliyorum dedigini bilirler. Gogol'un Olu Canlar adli romanini ele alin. Mali sistemi suistimal etmek icin, koca ulkeyi gezerek toprak agalarindan sahip olduklari serfin olusunu kagit uzerinde satin alan bas kahramaniyla Olu Canlar Rusya'da o donemdeki insan degerinin, daha dogrusu degersizliginin carpici fotograflarindan birini sergiler.

Fakat devrim salt maddi kosullarla aciklanabilir mi? Cok fakir olan halk isyan etti, sadece bu mu? Bence degil. Baska cok sayida faktorun yaninda bir de Rus insaninin ve ona etki eden iklimin rolu olmali. Bu tabiata bir de calkantili felsefi akimlari ve Lenin gibi bir ismi ekleyince ortaya bircok insan icin huzunlu neticelenen ama kendi capinda paylasim savasina ulvi bir nitelik katan, ustelik bunu idealizme meydan okuyarak yapan dev bir toplumsal deney cikiyor. Yani uzaylilar bizi gozetliyorsa bir SSCB deneyini, bir de Papalik makamini saskinlikla karsilamis olmalilar derim.

Tabii bu deneyin arka planinda yer alan daha kucuk capli inkilaplar var. Oykulerinde altini cizdigi insani boyutla 19. yüzyilin ortalarinda Carlik Rusya'sinda koleligin kaldirilmasina yol acan Ivan Sergeyevic Turgenyev de iste bu zemini hazirlayan onemli sahsiyetlerden biridir.

Turgenyev'in en unlu eseri Babalar ve Ogullar (tam cevirisi "Cocuklar") tatli romanlar kategorisindedir. Bunlar, bir sayfasinda kahkaha attiginiz, oburunde gozunuzden yaslar suzulen, genellikle eski, kaldiginiz sayfayi unutmamaniz icin cildine bir de kirmizi ip monte edilmis kitaplardandir.

Ottsy, gelenegi, Deti ise degisimi simgeler. Turgenyev babalar ile ogullar arasinda bir tercih yapmaz. Ottsy sever, esirger, uykusuz kalir, kendisini yerli yersiz gerer, gizli gizli aglar. Deti ise evlattir, devrim ister, bos geleneklerden, ilgiden gicik alir, sanat neymis, ilkeler dahi fuzuli! Baba yuregi ile evlat isyani arasindaki evrensel zitlasmayi romanlastirmak icin nihilizm akiminin yayildigi donemden daha iyi zamanlama olabilir mi? Bir iddiaya gore nihilizm tabirini edebiyata, romana sokan Turgenyev'dir.

Iste romanin bas kahramani Bazarov da nispeten yeni nesildendir. Pozitif bilimlere ilgi duyar, gezginlik ve doktorlukla ugrasir. En buyuk zevkiyse tabu devirmektir. Bu yuzden, ciftligine konuk oldugu "muridi" ve arkadasi Arkadiy'in amcasi Pavel Petrovic ile kacinilmaz bir catisma yasayacaktir:

- Eskiden (Almanlar'in) Schiller'leri Goethe'leri falan vardi... Simdi ise aralarinda hep kimyagerlerle maddeciler turedi.
- Dogru durust bir kimyager herhangi bir sairden yirmi kat daha faydalidir.
- Demek siz sanati kabul etmiyorsunuz, oyle mi?
- Para kazanmaktan baska sanat var midir sanki? Bundan baskasi basur gibi bir seydir!

Pavel Petrovic serefi bas taci eden, bir ask ugruna herseyini feda eden, sovalye ruhunun vucuda gelmis halidir. Bazarov ise Arkadiy'e su yorumda bulunur: "Butun bunlar kendini birakmislik, sacmalik! Hem, bir erkekle bir kadin arasinda o ne esrarli iliskiler oyle! Biz fizyologlar bu iliskilerin ne oldugunu cok iyi biliyoruz. Hele gozun anatomisini bir incele bakayim, orada esrarli bir bakis bulacak misin? Butun bunlar romantiklik, sacmalik, kuf kokan laflar, sanatcilik! Iyisi mi, gel gidip bocege bakalim."

Ama kader ya da Turgenyev aglarini oyle bir orer ki gun gelir Bazarov da asik olur. Askini aciklayana dek agzinin icine bakan bu kadin ilan-i ask uzerine Bazarov'a duydugu hayranliktan siyrilir ve bu aski reddeder. Iste kacan kovalanir, bildigimiz hikaye. Bazarov attan dusmuse doner. En cok da kendisine kizar tabii, kendisini aptal duygusalliklara kaptirdigi icin.

Bu aptal duygusalliklardan biri de Bazarov'un anne babasinin duydugu evlat sevgisidir. Arkadiy arkadasinin babasiyla bas basa bir sohbet ortaminda Bazarov'u yege gore sigdiramayinca zavalli babanin gururdan dizlerinin bagi cozulur nerdeyse. Bazarov bir sure sonra tifoya yakalanip oldugunde kisik sesle "Soylemistim, Tanri'ya isyan edecegim diye" diye bagiran Ottsy karisiyla birlikte o gunden sonra yasayan bir oludur artik.

Romanin en keyifli yeri ve goren goz icin kalbi bence, Pavel (kisa adiyla Pasa) Petrovic'in Bazarov'u duelloya davet ettigi 24. bolumdur. Bu sahnede yasanan tarz catismasi caglarin eskitemeyecegi fevkaladenin fevkinde bir vodvildir. Yazacak bir seyi olanla yazmayi bilenin ayrildigi bir yer var diyor gonul. Orhan deyince Kemal geliyorsa akliniza, meramimi anladiniz.

Bir yoruma gore Dostoyevski'nin en sevdigi roman kahramani Bazarov'dur. Sevilmez mi hic, Bazarov dedigin Deti'dir, evlattir. Dus yakamdan, der, gider uyurken koklarsin.

Asturias Garabeti Sergio

8 Ekim 2009 Perşembe

Hinca Hinc Meydanlara

Toprak bakimindan dunyanin gelmis gecmis en buyuk mevcudiyeti, Mogol Imparatorlugu 162 yillik omrunde iki bilegi bukemedi: dogu haddini cizen Pasifik Okyanusu'nunkini ve bati haddine karar veren kolelerinkini. Hangi koleler mi? Iste modern zamanlardaki ozgur sanilan kolelere nispet evvel zaman icinde kole sanilan ozgurlerin, Memluk Sultanligi'nin oykusu...

12. yuzyilda Mogollar Asya'yi bitirip 45. boylami astigi sirada Selahaddin Eyyubi Misir-Suriye hattinda kurdugu devletin ordusunda bir de bin (beyaz) koleden olusan ozel bir suvari birligi bulundurur. Abbasi gelenegince ozel egitimden gecerek ozel gorevler ustlenen bu elit askerler aslinda Mogol istilasi sonucu esir dusup parayi bastirana satilan Kafkasyali kolelerdir. Yaklasik bir asir sonra diyalektik girer devreye. Memlukler once o gune dek korumak icin can verdikleri Eyyubi Devleti'ni darbeyle yikar, sonra da kurduklari devletin ordusuyla, kole dusup dunyanin en iyi askerleri olarak yetistirilmelerine yol acan Mogol ordusuna dunya capinda ilk yenilgisini tattirir. Kimmeryali Conan'in oykusu de oyledir hatirlayacaksiniz (belki).

Kafkas dedik ama gelin bunu biraz daha acalim. Memluk Saltanati iki ana doneme ayrilir. Birinci donemde hakimiyet Bahri veya Memalik-i Bahriye adiyla anilan Kipcak Turkleri'nin, ikinci donemde Burci veya Memalik-i Cerakise adiyla anilan Cerkes ve Gurculer'in elindedir. Her iki grup Karadeniz kiyilarinda esir dusmustur, ancak ilk grup Nil uzerindeki bir adadaki kislada askerlik egitimi aldigindan Bahriyeli olarak anilir.

Ve 1249 yilinda Eyyubi Sultani Turan Sah'i devirip yonetimi ele alan Bahri ordusu rusdunu 11 sene sonra, Bagdat'i alarak halifeyi olduren Mogollar karsisinda ispatlar. Suriye'de Ayn-i Calut (Calut'un gozu?) denen ve Hz. Davud'un Calut'u (Goliath'i) yendigi rivayet edilen yerde tutulan cenkte Mogollar yenilir, bu vesileyle halifelik de kasla goz arasinda Kahire'ye, Kipcaklar'a gecer. Kulaklarin cinlasin Halim. Bir ara Memalik-i Cerakise de kendi darbesini yapar, Osmanli'ya rakip olur, hersey birbirine girer.

Memluklar'in askeri basarilarinin ardinda yatan uc unsur var. Birincisi, onulmaz at sevdalari ve dolayisiyla at uzerinde savasma ustaliklari. Yani Mogollar'i kendi silahiyla vururlar. Ikincisi Memluklar'a yapilan yatirim. Yani asker olarak yetistirilmek uzere kole olarak satin alindiklari andan itibaren en iyi yiyeceklerle beslenir, en iyi kosullarda yasatilirlarmis. Rivayete gore bu yasam kosullari bazi ozgur Misir vatandaslarini gonullu kolelige basvurmaya tesvik edecek kadar abartiliymis. Ucuncu ve en onemli unsur da ozgurluk hayali, elit askerler olarak kendi (ailesinin) kaderini kendi eline alma olanagi. Ornegin bir kolenin cocugu kole olarak dogarken Memluk statusune girmis bir kolenin cocugu ozgur olarak dogarmis.

Venceremos dedin, zincirlerini kirdin, peki sonra? 268 yil hukum suren bu kole saltanatina noktayi Yavuz Sultan Selim koyar. Nasil mi buyurdunuz? Maalesef sahra toplariyla. Ileriki yuzyillarda yine ortaya cikarlar ama, ok-yayla, mizrakla cenk edilen mert muharebeler tarih olmustur artik...

Memluklar, ortaya cikislari, darbesiz iki yilin gecmedigi saltanatlari ve tarih sahnesine hazin vedalariyla, kezdurenlerin hep soylemek istedigi ama kezdurmekten dillerinin donmedigi bir turku okur dunyanin aga babalarina: Bosa kostaklanma, kostak degilsin karam.


Vakanuvis Haci Cavcav

9 Ağustos 2009 Pazar

Hz. Ömür

Bu dunyadan buyuk acilarla ayrilmayin, diyor bir bilen. Buyuk aci deyince insanin aklina ilk, bu dunyada tanistigi madde ve mananin kaybi geliyor. Mezarlar, yokluklar, hasretler. Bir buyuk aci daha var ama. Omur bitip de muhasebesi yapilirken, ihtimal (ilk ve) son varolus imkaninin har vurulup harman savrulduguna yanilan, keskelerin yanaklardan asagi suzuldugu, sah damarindan yakin bir pismanlikla cesareti olanin inledigi bir buyuk aci daha var kimini bekleyen. Gel Ziya, onun adini da omur acisi koyalim.

Insanin kafayi kaldirip omrunun hakkini daha bir layikiyla verenlere sahit olmasi da tuz biber ekiyor omur acisina. Eh kezduren tabiatinda bir tutam mazoizm olmazsa olmaz. O halde sayesinde sofra kurdugumuz bir koca buluta daha, en sevdigi kelami ve selamiyla, merhaba!

Musa Cevat Sakir Kabaagacli 1890'da babasinin sefir olarak gorev yaptigi Girit'te dunyaya gelir. Cocukluk ve genclik yillari Atina, Istanbul ve Oxford'da gecer. Dedikodu boceklerine gore pasa babasini yatakta yanlis bir sahisla basar ve oracikta kursunu da basar. 3 yil hapis yatip cikar. 11 yil sonra yazdigi bir oyku yuzunden Bodrum'a kalebentlige gonderilir. 3 yillik bu cezasi da bitince Bodrum'a yerlesip Halikarnas Balikcisi olur. 83 yillik omrune binlerce yillik bir yasami sigdirmanin yolunu bulur.

Halikarnas Balikciligi benim nazarimda bir tabiata donus oykusu, yapaydan gercege bir metamorfozdur. Firtinali toyluk yillarinin ardindan denizin, topragin, yeryuzunun koynuna teslim olan, tarihin kucaginda cografyaya adanan buyuk bir aklin ve ondan daha buyuk bir yuregin oykusudur.

Haddim olmasa da Balikci'nin eserlerini ikiye ayiriyorum. Birinci grupta edebi eserleri yer alsin. Bunlari da tarihi romanlar, akdeniz oykuleri ve aydinlatma yazilari olarak ozetleyelim. Tarihi romanlarinin en meshuru Turgut Reis bizi Osmanli doneminde Hristiyan alemi ile yasanan (Ak)deniz mucadelesine konuk eder. Bu essiz eseri ve ona ilham olan gercek yasam oykusunu senaryolastirmayi onerdigim Ozan olumlu yanit vermis, Turgut Reis rolune Robert DeNiro'yu layik gormustu. Sonra bir ogrendik ki Guy Ritchie de ayni fikirdeymis, DeNiro rolu dahil. Baskasi anlatsa ben inanmam, ama yasadigimiz bu. Ozan'la hep boyle seyler yasanir zaten. Balikci'nin Turgut Reis'i Cebelitarik'tan disari, Atlas'a cikardigi satirlar insani hungur hungur aglatabilir. Reis'in en buyuk hayali odur. Kuffarla deniz savasi icin degil bucaksiz deryalarin fethi askina dunyaya gelmistir o. Heyhat alinyazisi degismez, geri donulur, Uluc ile Hizir ile efsane olunur.

Bilmeyi, akil etmeyi, yazabilmeyi biraktim, 1940'larda Turkiye'de Aganta Burina Burinata adli bir kitap bastirabilen biridir Balikci. Otelerin Cocuklari'ndan Ciceklerin Dugunu'ne Ege'nin yarim kalmis yasam oykulerini "sonsuzlukta sessizce buyutur", tamamlar. Sunger avcilarindan cobanlara, foklardan parslara anmadik Egeli birakmaz. Aydinlatma yazilariyla da Anadolu tarihinden girer, mersin agaci asisindan cikar. Anadolu medeniyetlerinin mirasina simsiki sarilir, sarilanlari da anar. Ataturk'un Kurtulus Savasi'nda Truvali Hektor namina rovans aldigini, Fatih'in (Etrusklerin eski vatani) Foca'dan (uzaktan) akraba saydigi Papa'yi Bizans'a yardim ettigi icin hayal kirikligi icinde hasladigini savunur. Kabe'deki Lat'in eski Yahudi yazitlarindaki Adem'in ilk esi Lilith oldugu, Kybele (Sibel) ismiyle Anadolu'ya gecip zamanla Artemis ve hatta Afrodit adlari aldigi, ilk insanlarin (erkegin dogumla iliskisini anlayamadiklari icin) ataerkil degil anaerkil olduklari, Balikci'ya borclu oldugumuz binlerce isik kirintisindan birkaci. Yakamozun ay isigi degil bir canli oldugunu elli yil once yazan da ayni gonul yakamozudur yine.

Balikci'nin edebi olmayan eserlerini de fidanlari olarak ozetleyelim. O yillarda yurt disindan getirip diktigi sayisiz agaci, cicegi takip etme olanagimiz yok elbet. Ama kendimizi takip edebiliriz. Balikci'nin Anadolu medeniyetlerinin mirascisi olarak gordugu insanlar su ulkenin, bu ulkenin evlatlari degil bizizdir. Bati'nin (dil sebebiyle) Eski Yunan'a atfettigi toplumlarin, Halikarnas'in, Efes'in, kagidi icad eden Bergama'nin asil devami Anadolu'ludur. Bu mirasin put diye tekmelenmesi, ihmal edilmesi, Berlin muzelerine satilmasi bir talihsizlik degil okkali bir kufurdur hepimize. Bunu soyleyen, Mavi Yolculuk'un fikir ve isim babasi, binlerce yil onceki deniz savaslarinin gomutlerini avcunun ici gibi bilen, sonsuz sayfa tarihi dokumani didik didik etmis, klasik ve cagdas Grekce, Latince, Arapca, Farsca, Ingilizce, Fransizca, Italyanca, Almanca ve Ispanyolca'ya hakim bir uzmandir, milliyetci hezeyanlardan basi donmus bir siyasetci degil. Butun tezleri de kitaplarinda izah olunur.

Iki cevherimizin, Veysel'le Cevat Sakir'in ebediyete intikal ettigi yildir 1973. Ustune ustluk ben de dogmusum. Yine de umutsuzluga kapilmamak lazim. Yasamin hakkinin nasil verilebilecegini ogrenebiliriz Balikci'dan. Omur acisini azaltmak icin simdiden kollari sivayabiliriz. Ama yasarken, ama oldukten sonra, bir de bakmissin sen de Ziya, adini haketmissin nihayet.

Asturias Cobani Sergio

27 Temmuz 2009 Pazartesi

St. Karabasan

Bir zamanlar Anadolu Grubu'nun sürgündeki veliahti oldugunu soyleyen bir arkadasimin bir oda bir salon evindeki uc dort kitaptan birinde rastladim kabussal figurler sahi Hans Ruedi Giger'in hayalgucune. Meger yollarimiz Alien serisi vesilesiyle coktan kesismismis. Bu meger kelimesi de dilimizin en guclu ve cevirisi zor ifadelerinden biridir, atlamayalim.

Resim sanatinda gercekustucu akimin yasayan belki de en buyuk ismi olan Giger bu ekolun en meshur ismi merhum Salvador Dali ile tanismak serefine de nail olmustur olmasina ama san sohret dedigin gailede efervesan tablet.

Gercekustuculuk deyince dur bir mola ver. Bu sanat, edebiyat ve felsefe akiminin babasi Andre Breton olarak anilir, dogrudur. Peki dedesi kim olabilir, bunu da dusunmus muydunuz? Kezduren'e Ozan'dan dahi once giris yapan biri var, o iste, hayat kadinlarinin beyaz atli prensi Isidore Ducasse. Hani bir baska Fransiz butun yollar Roma'ya cikar diyor ya. Kim mi dedin? Lille'li Alain, oldu mu, tamam mi? Zorlamayalim bazi seyleri.

Neyse efendim, Isvicre'nin Graubünden kantonunun merkezi Chur'da 1940 yilinda dunyaya gelen Giger agir katolik etki altinda cekingen bir cocukluk gecirir. Ic mimar cikan Giger'in ilk evliligi intiharla ikincisi bosanmayla sonlanir. Buyuk ihtimal cocuklugundan baslamak üzere halk arasinda karabasan olarak da bilinen, benim de bir donem muzdarip oldugum uyku felcinden cok ceker. Lanet mi, ihsan mi, diye soracaksin belki Ziya. Lanet de Tanri'dan ihsan da, diyorum, buyur bakalim.

Giger'in Viyana Fantastik Gercekcilik Okulu ile etkilesim icinde gelisen sanati Biomekanik temali resim, heykel ve mobilya figurlerinde serpilir. Sanat cevrelerinde yanki uyandiran ilk cikisi Necronomicon kitabidir. Bu eserin isim babasi Amerikali yazar H. P. Lovecraft orjinal adi Kitap Al-Azif olan gizemli kitabi 1001 Gece Masallari'ndan esinlenerek yarattigi Cilgin Arap lakapli Abdul Alhazred karakterine yazdirir. Kitap Ktulu mitinin bir parcasidir.

Giger'in Necronomicon adini verdigi eserindeki yaratik motifleri Alien serisinde kullanilan uzayli konseptiyle Oscar odulune layik gorulur. Artik sokaktaki adamin dahi bildigi bir isim olup cikmistir diyelim. Dune ve Alien filmlerinin yaninda muzik dunyasinda da basvurulan sanati zamanla Emerson Lake Palmer'dan Dead Kennedys'e, Debbie Harry'den Celtic Frost'a cok sayida album kapagi, poster, vesair gorseli genc kitlelerin yatak odasina mihlar. Ibanez Iceman serisinde yer verilen bir de yine Biomekanik temali gitar modeli tasarlamis kendisi. Zaten aldigimiz bir duyuma gore artik daha cok üc boyut calisiyor, yani resimden ziyade mobilya, gibi.

Giger tarzina doyamayanlarin ugrak yeri olma amaciyla acilan uc bardan NY ve Tokyo'dakiler cesitli sebeplerle sonradan kapanmis, memleketi Chur'daki ise halen faaliyette. Hastasiyim diyenlerin kendini yalniz hissetmemesi icin acilmis kapitalist bir rehabilitasyon merkezi mi dersin? Ben mi? Ben cekinirim oyle seylerden. Zaten yaratimi kabussal, bir de icki ictin mi, anlatabiliyor muyum? Muzesi de var, oraya git ayik kafayla gez, ona varim.

Gelecek yil 70 yasina girecek olan sanatci gozlerden uzak, sade yasamayi seviyor, fazla konusmuyor, sanatini aciklamiyor, bilgisayar kullanmiyor, hayatinda internete girmemis, yeni nesle tavsiyesi, bol bol kitap okumasi, orjinal olmaya calismayip eski ustalari adamakilli incelemesi. Ayrica yabanci dil ogrenin, sabah erken kalkin, bol bol fotograf cekin, hastane acil servislerinde sekiz saat gecirin, siyaseten dogru insanlardan uzak durun, yerlere cop atmayin, satranc ogrenin ve aman diyeyim anne babanizi ziyaret etmeyi ihmal etmeyin gibi cok sayida ogutu de var.

Kimisi karabasanini icine atar, kimisi de tutar kolundan sanat yapar. Gun gelir, kimselere acilamayan dertlerin anonim pencereleri olur yarasi. Kim ki gozyaslarini kendine saklamamis, opulecek el, alinacak riza ondadir.


Cilgin Arap Serkan

10 Temmuz 2009 Cuma

Ofelas

Cennetin Dogusu'nda Jimmy var. Avrupa'nin dogusunda da Sami var dersem civittigimi dusunmenizi istemem.

Bin yillik bir oyku bu. Ama oykuye girmeden evvel gelin isterseniz sahneye bir bakis atalim. Zira sahne belki de oykuden muhim.

Iskandinavya'nin en kuzeyinde birkac ulkeye bolunmus bir irk var. Yaygin tabirle Lapon olarak biliniyorlar ama aslinda bu Iskandinav ulkelerinin onlari kucultmek icin koydugu bir isim. "Pacavrali" diye cevrilebilir dilimize. Kiyafetleri uzerinden bu halki asagilamak icin uretilmis bir sozcuk. Esas isimleri Sami. Kucuk dusurme durtusunun kokeninde asimilasyon yatiyor. Zorla Hristiyanlastirilan, zorla Avrupalilastirilmaya calisilan yabani bir halk. Cagdas literatur bu tip toplumlara 4. Dunya adini vermis, yani modern kosullardan uzak yasayan, avciliktan gecinen, gocebe, ilkel.

Bir iddiaya gore Ispanya'daki Bask toplumu ile ortak genetik mirasa sahip Sami halkinin dunyada bir tane meshur temsilcisi var, o da Renee Zellweger (ana tarafindan). Bugunku Norvec, Isvec, Finlandiya ve Rusya topraklarinda ikamet eden toplam 100 bin kisiler. Ozgun dinleri samanizm, dilleri Fin ve Macar dillerine benziyor(mus). Bu resim bana bir sey cagristirdi, bilmem sizler odun gibi yasayip gidiyor musunuz... Kuraklik desem, Kavimler Gocu desem, Tarkan desem, Kuzmo desem, Mars'in Kilici desem? Yapmayin, etmeyin.

Pekala simdi de filme donelim. Turkce "Kilavuz" anlamina gelen Ofelas Sami dilinde cevrilen ilk film. Bir de baktim ki 1987 yilinda yabanci dilde en iyi film dalinda Oscar'a aday olmus, ancak kaybetmis. Kazanan filmin adi da Babette'in Soleni. Adi gibi sacma oldugunu tahmin ederken Danimarka filmi oldugu gozume carpinca bir durakladim. Yine de sacma olabilir tabii. Yeri gelmisken buradan Danimarka sinemasina alkis tutmak isterim. Misal Flickering Lights filmi, veya Cin'de Kopek Yiyorlar veya Adem'in Elmasi.

Ofelas'in oykusune donersek, bu film ailesi Chud'lar tarafindan hunharca katledilen genc Aigin'in oykusunu anlatiyor. Chud denen tipler, baris icinde avcilikla falan gecinen Sami halkini oldurup mallarini calmayi erdem sayan birtakim eskiyalar. Tarihte gercekten de varlarmis ve bir iddiaya gore Rus devletini bundan sittiyn asir once kuranlar da bu Fin asilli kaba kuvvet sevdalilari. Chudlar coluk cocuk demeden olduruyor, cunku butunle olan baglarini unutmuslar, buraya virgul koyuyorum.

Aigin evinin basildigini, ailesinin olduruldugunu gorup kacar ama Chud'lar da pesine duser. Yarali bir sekilde bir koye siginir. Bu koy halki da ayi avina cikmistir. Ayi kutsaldir, onu olduren avciya uc gun ciplak gozle bakmak yasaktir. Basparmaginizla isaret parmaginizi birlestirdiginizde ortaya cikan buyuklukteki ozel bir metal halka var bu koyde, onu gozunuze tutarak onun icinden ayiyi olduren avciya bakabilirsiniz. Birden fazla kisi konusmak isterse halkayi elden ele dolastirmak gerekiyor.

Neyse bu defa ayiyi koyun samani oldurur. Saman ayrica kutsal beyaz ren geyigini de ucuncu defa gorur. Bu emare onun olum zamaninin geldigini mujdeler. Saman bizim Aigin'i halefi ilan eder, ona darbukasini verir. Aigin'e biraz akil da vermeye calisir ama oglan daha cok toydur tabii. Intikam hirsin hepimizin bir butun oldugu gercegini gormene engel olmasin, mesajini vermeye calistiginda Aigin, ne butunu, ben bir sey goremiyorum der. Saman bunun uzerine Aigin'in agzini burnunu kirmaz ama eliyle kapatir ve nefessiz kalan oglana, havayi da goremiyorsun, ukalaligi birak da soz dinle, der. Aigin de kutsal ren geyigini ilk kez gorur. Bu da onun saman olmasi gerektiginin isaretidir zaten. Geyigi goren toplam uc kez goruyor.

Aigin'in Chud'lar geliyor uyarisi uzerine koyluler daha buyuk bir yerlesim merkezine dogru kacarlar. Umutlari, o yone giden yoldaki buyuk daglardan inen patikayi Chud'larin bulmasinin zor oldugu uzerine kuruludur. Ancak samani oldurup Aigin'i esir alan Chud'lar onun kilavuzlugunda dagdan asagi inen tek yolu bulmaya kararlidir. Bir basina Aigin 20-30 tane Chud'u eksi bilmem kac bin derecedeki daglardan asagi indirecegine soz verir ama sag salim indirecegine soz vermemistir. Intikam soguk yenen bir yemektir lafi bu film icin yazilmis olabilir, ama bu da cok soguk canim. Yani bu filmi seyrederken boyle kakao gibi sicak bir sey icesiniz geliyor.

Serkan der ki, haritayi acip bakmali, nerden geldik, nereye gidiyoruz. Cografi olarak Avrupa'nin en dogusunda, Istanbul'dan da doguda Samiler var. Tum dogulular gibi hor gorulmus Samiler. Ama devran donuyor iste. Batidan doguya dogru donen devran her yeni gun fisildiyor duyan gonullere: Ex oriente lux.


Serkan Taylan

1 Temmuz 2009 Çarşamba

anarsi in the danimarkey

Kopenhag'in eski savunma duvarlarinin orda bin kadar nufuslu bir koy var, uzakta. O koy bizim koyumuzdur.

Christiania'yi ben ilk kez 7 sene once duymustum. Kopenhag'a gocen bir arkadasin arkadasi bu saka gibi hadiseyi vicdanlarimiza carpmisti. Insaf!

1971 yilinda bir seher vakti askerlerin terkettigi kisla bolgesine uzun sacli birtakim tipler yerlesir. Cik cagrisina uymazlar, bura bizim oldu derler ve olur. Bizim derken kimse oturdugu mulkun sahibi degil, kira yok, evsahibi yok. Bunlar gercek anlama mumkun oldugunca yakin derecede anarsist bir grup insan. Danimarka'dan bagimsizliklarini ilan ederler kendilerince. Danimarka da kime ne zararlari var der basta ve bugune dek ilismez bunlara.

Anarsiye yakin dedik ya, Christiania aslinda kendi para birimi, kurallari ve bayragi olan bir topluluk. Bayragi kirmizi zemin uzerine yan yana uc sari noktadan olusur. Bu noktalar Christiania kelimesindeki i noktalaridir.

Polisi yoktur, bir suc islendiginde toplanip ceza verirler. En agir ceza Christiania'dan atilmaktir. Ceza tespiti disinda, ortak isler ve Danimarka ile pazarlik vesilelerinde meclisvari toplanirlar. Pazarligin temel konusu su ve elektrik hizmetleri icin belediyeye odenecek mebladir.

Temel kurallari arasinda siddetin reddi, silah yasagi ve agir uyusturucu yasagi yer alir. Alkol agir uyusturucu kategorisinde gorulmez. Esrar ve hashas serbesttir, devlet tarafindan da tolere edilir. Cafelerde ragbet edilen urunlerden basinda space muffin tabir edilen kafa yapici kek gelir. Genelde uzun sacli, sportif tipler ve ciplak gezenlerin sayisi da az degil.

Christiania'da park halinde 100 kusur motorlu arac bulunur, baskaca arac girisi yasaktir, esrar satilan yerlerde resim cekmek de yasaktir. Postaci girisi de yasak, postaci mektuplari kapida birakip gidiyor. Her yil bu kurallara uyan 1 milyon kadar turist agirliyor Christiania. Turistler randevu ile dusuk bir mebla karsiligi bolgeye giriyor. Basin daha pahali.

Donem donem devletin tepesi atar, gider orada imar inisiyatifi sergiler. Bu sebeple iki yil once yiktiklari tarihi bir binanin aynisi yerlesikler tarafindan aynen tekrar insa edilmistir. Yikma gerekcesi: Hayati tehdit ediyor. Yeniden dikme gerekcesi: Hayat benim hayatim.

Ancak tabii bu is kac nesil gider kimse bilemez. Gecen ay ilgili mahkeme Christiania'nin bosaltilmasina karar verdi. Zannediyorum konu temyizde, ama Danimarka bu gercek olamayacak kadar guzel hadiseyi bitirmeye kararli.

Kimin kazanacagini zaman gosterecek. Neticede Christianitler boru bir ahali de degil. Bircogu koyun disinda calisiyor ve devlete vergi veriyor. Danimarka kulturu bu renkli sayfasini kitabindan silecek mi, merakla bekleniyor. O zamana dek Sistem ile Kaybedenler Cenneti aralarindaki husumeti futbolla cozuyorlar. Evet, yilda bir kere beyaz formali polisler bir tarafta, sari kirmizi Christianitler karsi tarafta bir stadyumda maca cikiliyor. Mac iddiali, her iki tarafin kazandigi seneler var, iddia baki.

Bu isler boyledir ama, soyleyeyim onu. Kaybedenler Cenneti ile Kazananlar Cehennemi kaplan ve ejderha gibidir. Birbiri icin sukrederler sonsuzluga. Nerden mi biliyorum? Bu da soru mu simdi...


Sonsuzlugun Kapicisi Serkan

31 Mayıs 2009 Pazar

Atlari da vururlar

Bu haftaki yayinimizda Horace McCoy'un bu isimdeki kitabini anlatmiyoruz. Hayir, amacimiz, Almanya'nin tum zamanlarda Scorpions'dan sonra gelen iki numarali rock grubu Fury in the Slaughterhouse'i huzurlariniza tasimak.

Ismini 50'li yillarin meshur dizilerinden Fury'den alan grup, basroldeki atin mezbahayla iliskilendirilmesi vesilesiyle acaba bize "murat yalan, olum gercek" mesajini mi veriyor? Solisti konserde birkac santim yanimdan gecti, soracaktim ama sarkisini bozmayayim dedim, cunku okuyordu yururken.

Grup Almanya'nin fuarlariyla meshur Hannover sehrinden gelmektedir. Fuarin ve katolik kilise ayininin Almancasinin ayni (Messe) olmasindan hareketle, bizde katolik sayisi Bavyera'dan az ama Messe'ye daha cok kisi geliyor, sloganiyla fuar reklami yapan Hannover boylelikle esprili de bir sehir, ancak henuz gorme firsatim olmadi. Volkswagen'in merkezi Wolfsburg da ayni eyalettedir, bu sene sampiyon da oldu futbolda, Sivas gibi bir sey. Fuar deyip gecmeyelim, Almanya'nin turizm gelirleri Turkiye'ninkini katliyor.

Fury, iki kardes tarafindan kurulup kendini sevdirme gelenegini devam ettirmistir. Van Halen boyledir, Black Crowes, Beach Boys, Stone Temple Pilots, ez cumle isin icinde iki kardes varsa mutlaka sevgi saygi olayi vardir, ne kadar uyusturucu da kullanilsa o sicakligi hissedersiniz. Bu gercegi dillendirme firsatini da boylece iskalamamis olduk, iyi oldu.

Scorpions gibi Ingilizce sozlu rock yapan F.I.T.S.'in en meshur sarkilari Radio Orchid ve Every Generation Got His Own Disease (kisisel favorim). Radio Orchid yalnizliga agit temasini tasir. Kocasi oldukten sonra bir radyo istasyonu satin alarak milyonlarin yanlizligina omuz olan yasli bir kadini anlatir. Oburu de adindan anlasilacak sekilde, modern caga elestiri niteliginde bir yardim cigligidir aslinda. Dead before I was born sarkisi da beni dunyaya getirirken bana mi sordunuz, mesajini vermek suretiyle bizdeki arabesk psikolojisiyle paslasir. Her uc sarkiyi Mono albumunde bulabilirsiniz. Son albumu Nimby'de gitaristin saz caldigi, Welcome to the Other World adli bir parca oldugunu okudum, henuz dinlemek nasip olmadi.

Grubun muzikal cografya cizgisi sanki Avustralya'yi andirir. Neden diye sormayin bana, belki bilincaltim. Bugune dek 100'den fazla konser veren, 4 milyonun uzerinde album satisina ulasan grup mutevazi basarisini 2008'de kendini feshederek taclandirmistir. Yeter soyledigimiz, mantigiyla son bir konser turuna cikmistir, iste ben de orada karsilarina ciktim, fiziken.

Bach'in, Beethoven'in, Handel'in anavataninda modern zamanlarda muzik diye bir sey bulmakta gucluk cekilen bu zor gunlerde, keyfi kacik ruhlara ilac olmasi dilegiyle, iskaladiysaniz donup omuz uzerinden urkek bir bakis atma ihtimaliniz uzerine, yarim domatesle bir buyuk deviren neslin hatirasiyla mahcubiyetten siginacak ezgi arayanlar, huzurlarinizda Mezbaha FM...


Serkan Taylan

21 Mayıs 2009 Perşembe

Ne Lefebvre ne Harvey ya da Castells ama Sennet



‘Lefebvre, hayatin bir tasarı gibi yasanması gerektigi ve entelektüel ve siyasal olarak bir anlam ifade eden tek tasarinin da ‘hayat’ olduğu konusunda israrliydi. The Production of Space, kati surette bu tasarinin sonu degildi; yazmaya devam ettigi ve bu zamana kadar calistigi için…'
Bu sozleri Henri Lefebvre icin soyleyen David Harvey adinda bir zat-i muhterem. Lefebvre, Fransiz felsefeci-sosyolog; en cok kent sosyolojisi icinde aniliyor, zira kent ve gundelik hayat uzerine cok seyler yazmis, '68 hareketine Paris'te taniklik etmis, ayni zamanda Fransiz Komunist Partisi Uyesi bir vatandas. Alintida anilan pek meshur kitabi Production of Space, enteresan bir biçimde birbirine karsit, iki kentsel yaklasima da (marksist ve postmodernist) kaynaklik etmis, kentsel mekani tartistigi kitap. David Harvey ise, hala hayatta, kent cografyacisi, bu yuzyil marksist kent kuramcilarinin en onde gelenlerinden, Lefebvre'nin mekan analizini yeniden formule etmis bir sosyal bilimci.
Lefebvre'yi ya da Harvey'i Kezduren tarihine not dusmek gerekir mi? Bilmem.
Aslinda sanmam.
Dogrusu ben tez yuzunden okumak zorunda kaldim. Herhalde ancak meraklisina. .. Serkan'in 'hayatimin son projesi' lafi bende dogrudan Harvey'in yukaridaki sozunu anistirdigi icin buraya konu oldular (bugunlerde baska kimleri ve neyi anistirabilirdi zaten?...)
Hayatin kendisini bir tasari olarak anlamak; tabii insanin kendi eliyle, iradesiyle yarattigi bir tasari; 1960'larin alabildigine modernist fikir dunyasinda ve yukselen bir toplumsal muhalefetin icinde, insanlar kitlesel halde hayatlarini degistirebilecekler ine o denli inanmisken, yani 'zamanin ruhu' insan akli ve iradesinin kibriyle dolup tasarken, hayat, ancak boyle tarif edilebilir. Aslinda kent tasavvuru da bu alginin dogrudan yansimasi; insanin yarattigi bir sanat eseri; ouevre diyor Fransizca, creation anlamina gelirmis. Ve tabii asil derdi, kenti bir celiskiler yumagi olarak anlamak ve cozmek ve devrimci utopyasini bu mekana atfetmek...
Benim derdimse, Lefebvre'nin inceledigi seyle, analiz nesnesiyle bu denli ozdeslemesi. .. Donemin baska bir marksist kentcisi Castells, Lefebvre'yi, temel toplumsal celiskiyi, kentsele tasimakla elesitirir ve bakin ne der:

‘Problematik, dusunuru, kentsel olgunun Marksist bir analizini yapmaktan alikoyarak kendi girdabına ceker; dusunur, oldukca tuhaf bir entelektuel evrimle, Marksist problematigin kentsel (urbanistic) teorizasyonuna, giderek daha cok yaklasir. Boylece, mesela, ortaya cikan toplumu kentsel (urban) olarak tanımladiktan sonra, devrimi de ilan eder; yeni devrim, mantiksal olarak kentseldir.’

Sizi ic bayiltici kent tartismalariyla kusatmak istemiyorum; ama Castells, buyuk olcude haklidir, Lefebvre'nin yazilarinda da kent mekanina hayranligi sezmemek mumkun degil. Bir de Harvey'in kent tanimina bakin, ondaki hayranligi da hemen sezinleyeceksiniz:

‘Sehir, asla karmasa, catisma ve siddetten azade, ahenkli bir yer olmamıştır. Sadece 1871 Paris Komunu tarihini okuyun, Scorsese’nin kurgusal tasviri olan, 1850’lerdeki ‘New York Ceteleri’ni izleyin ve ne kadar yol kat ettigimizi dusunun. Ama sonra Belfast’i bolen, Beyrut ve Saraybosna’yi yok eden, Bombay’i sallayan ve hatta ‘melekler sehrine’ dokunan siddeti dusunun. Sogukkanlilik ve incelik, kent tarihinde istisnadir, kural degil. İlginc olan tek soru, ciktilarin yikici mi yoksa yaratici mi oldugudur. Genellikle her ikisidir: kent, yaratici yikiciligin tarihsel mekanidir. Yine de kent aynı zamanda, kayda deger bicimde esnek, dayanikli ve yenilikci bir toplumsal form oldugunu kanitlamistir.’

Dusunsenize bu adam, yanilmiyorsam Oxford'da, kent uzerine calisiyor, calistigi seyi boyle hayranlikla anlatiyor.
Insanin hayati ve hatta kendini, yaptigi, calistigi isle, seyle tanimlama ihtiyacinda olmasi, hatta bundan kacinamamasi cok tuhaf aslinda, yani olumlamak uzere demiyorum; hayret verici demek istiyorum. Ustelik bu aslinda, galiba cok da yeni bir sey, modern zamanlara ozgu, insanin emekle tanimlanmasiyla ilgili.
Richard Sennet'in bu konuyla ilgili bir kitabini yine ayni vesileyle gecenlerde okudum; Esit Olmayan Bir Dunyada Saygi, insan-is-saygi meselesini harikulade anlatiyor. Ne Lefebvre ne Harvey ya da Castells ama Sennet (odun/ sinifci bir marksist degil, kulturcu diye herhalde) Kezduren tarihine kesinlikle not dusulebilir. Vaktiniz olursa okumanizi da oneririm ama sozum olsun madem, bir boslukta ve diger kitabini da okuyunca yazayim.
Kendi meselemize donecek olursak; Serkan'in kendi yaptigi is disinda, muhtemel ki bir anlam ihtiyaciyla bir 'projeye' sahip olmasi, ustelik bunun yaratma-ifade etme-iz birakma etkinligine cagrida bulunan bir proje olmasi ve en nihayet sitem de edebilecegi bir hissiyatla bunu sahiplenmesidir ki, bugun bir durup, gunlerdir uzerlerine yazmaya calistigim bu adamlari baska bir vesileyle dusunmeme sebep oldu. Serkan'i daha cok uzmeden ve kizdirmadan hic olmazsa dusunduklerimi kaleme alayim, paylasayim dedim. Bir de tabii dikkatinizi cekerim, yazmaya kalkarsam, bu korkunc mevzulardan soz ediyorum, ne yazik ki guzel hikayelerim yok, bir sure daha en azindan.:))
Son bir not, kent uzerine yazan herkes bu kadar bayiltici degil, hatta cok guzel, keyifli yazanlar var; Marshall Berman bunlardan biridir ve gecenlerde burada adi gecen Faust'un modernizmle iliskisi uzerine super bir tartisma yurutur, Kati Olan Her Sey Buharlasiyor isimli kitabinda; biraz musaade olursa onu da uzerime alayim ve buraya muhakkak not duselim, kellemiz bir gece yarisi ansizin gitmezse...: )) gorusmek uzere,
eylem

19 Mayıs 2009 Salı

ölünce shakespeare olacagim

Komplo teorisi, komplo teorisi, nedir bu komplo teorisi? Komplo teorisinin gercek anlamini biliyor muyuz?

Orta Bir'de yazilida Komplo Teorisi konulu bir kompozisyon sorulsa iste boyle baslardim. Ben o zaman boyleydim. Ama o yasta cocuga bunu sorabilen ogretmen daha mi az sefildir? Dusunduren sorular sormayi seviyorum iste.

Politika, saka suka, hepsinde komplo teorisi heyecan veriyor. Pekiii, ya edebiyat? Edebiyatta komplo teorisi mi olurmus, diyenlere cevabim, evet. Hem de krali olur. Edebiyatin krali Shakespeare mi? O halde sahne Marlowe Teorisi'nin!

Takvimler M.S. 1564 yilini gosterdiginde dogan iki buyuk isim var Ingiliz Edebiyati'nda: Christopher Marlowe ve William Shakespeare. Shakespeare'i hepimiz biliriz, eserleri olumsuz. Marlowe'u bilmeyenlerimiz olabilir, kisaca tanitalim. 29 yasinda hayatinin ve sanatinin baharinda bir bar kavgasinda gozunden bicaklanarak olen buyuk edip. Unlu eserleri arasinda Buyuk Timurlenk, Maltali Yahudi ve Edward II sayilir. Akli basinda bircok edebiyatci Marlowe'un erken yasta olmemis olsa Shakespeare'den buyuk bir edip olacagini iddia eder. Bu gorusu reddeden uzmanlarin bir kisminin cok ilginc bir gerekcesi vardir: MarloweTeorisi, yani Marlowe=Shakespeare...

Yaklasik 200 yil once ortaya atilan bu komplo teorisine gore Marlowe en basta katiksiz bir ateisttir, dini okulda egitim almasina ragmen. Baska insanlari da dinsizlestiriyor diye tutucu kesimde dusmani coktur. Ayrica kralice adina casusluk yaptigi icin dusmani cogalir. Bir de buna kufurbaz karakterini ekleyin. Her yaptigi eylem dusman kazandirmis yani. Simdi bu kadar dusmani olan bir dahi olsaniz ne yapardiniz? Kactir yaziyor, kimdir bu Astoria Krali, diye sordunuz mu hic? Eh bir sorun artik efendim!

Bana gore Marlowe'un bir numarali eseri Dr. Faust. Faust aslen bir Cermen halk oykusudur, bizim Deli Dumrul gibi diyelim. Ilk defa adam gibi kagida doken Marlowe olmasina ragmen ondan iki asir sonra yasayan Goethe ile daha cok anilir oyku. Bunun bir sebebi Goethe'nin PR'inin iyi olmasi ise obur sebebi muhakkak oykulerin farkli sonla bitmesi olsa gerek. Bildiginiz gibi Faust bilgi okyanusunda yuzmek icin ruhunu seytana satan bir ademogludur. Iki versiyon arasindaki temel iki fark sudur: 1. Goethe'nin Faust'u merak motivasyonlu, ozunde iyi ve tahsilat gunu geldiginde pismanlikla dolan bir kurbandir. 2. Sirf bu yuzden oykunun sonunda melekler Tanri'nin emriyle onu Seytan'in elinden kurtarir, yani affa ugrar. Marlowe'da ise Dr. Faust hirs kupu bir psikopattir, tahsilat gununde af degil ceza indirimi ister: Tanrim, binlerce yil yanayim cehennemde, yeter ki sonsuza dek surmesin! 2. Af maf falan alamaz, oyle ruhunu Seytan'a satmanin sakasi olmaz, hani bir tabir vardir, bunu evde denemeyin, seklinde. Oyle ciddi biter, Faust ceza indirimi talebine bir cevap alamaz, buyuk ihtimal Allah belasini verir.

Herkesin Faust'u kendine diye bir tabir var. Faust Almanca yumruk demek oldugu icin mazoist cagrisimlar da yapsa esasen kastedilen davul musun tokmak misin, gibi bir sey olsa gerek. Ben mi? Ben Marlowe'un Faust'u diyorum, cunku Seytan'inda bir gururu var. Ruhunu sat, bilgiyi al, sonra neymis pisman olmus, melekler gelsin beni kurtarsin. Biz niye satmiyoruz o zaman? Hayir, Goethe'nin yorumu ne kadar sevgi dolu, bariscil, insani de gozukse aslinda insanlari isyana tesvikediyor, satin ruhunuzu anasini sattigimini, nasil olsa son pismanlik fayda ediyor. Benim isyanim buna.

Nerden nereye geldik bak yine. Marlowe Teorisi dogru olabilir mi? Yani Shakespeare'in eserlerinin 1590'larda, yani Marlowe oldukten sonra unlu olmasive bazi kelime demiyorum, misra demiyorum, kitalarin bire bir ayni olmasini iki sekilde yorumluyorlar: 1. Marlowe=Shakespeare. 2. Arakciydi Shakespeare. Ben nasil mi yorumluyorum? Marlowe < Shakespeare diyorum. Yo, bu iki ismin ayni ademogluna ait oldugu savina karsi cikmiyorum, ancak, bir sanatci sanatini icraettikce buyur. O bakimdan benim naciz nazarimda Shakespeare Marlowe'dan buyuktur. Ne sis yandi ne kebap boylece, dikkat ederseniz. Her kesimi kucaklayan cozumu buradan sevgiyle ilan ediyorum.

Bu vesileyle gozunden bicaklanan bir cesedi cihana Marlowe diye yutturan bilirkisi ekibini ve amirleri kralice Elizabeth'i de rahmetle aniyorum. Bu oyku filme cekilirse bir gun adi Dying for Shakespeare olsun, Elizabeth rolunde Patricia Arquette lutfen, bilirkisi ekibi rolunde Stephen Baldwin, Gabriel Byrne, Benicio del Toro, Kevin Pollock ve Kevin Spacey. Marlowe da lutfen Joaquin Phoenix (biraz da soyismi yuzunden). Reji de Jim Jarmusch lutfen. Lutfen Ozancigim senaryoya baslayalim. Gozunden bicaklanan ceset namina da John Leguizamo'yu kestirdim gozume. Hayirlisiysa olsun.

Astoria Krali Serkan

29 Nisan 2009 Çarşamba

Hakan TAŞIYAN – Kaybedenlerin Tanrısı
















...bir emniyet çıkışı..

"Ankara'da bir gecekonduda, sıkıntılarla sürdürülmeye çalışılan bir yaşamın içinde hayata gözlerimi açtı.

13 kardeşiyle birlikte bugünlere geleceğinin hayalini bile edemezdi. Babası müzisyendi.Geçimlerini sağlamak için kenar meyhanelerde veya düğün salonlarında çaldığı klarneti ile çocuklarının nafakasını çıkarmaya çalışırdı.Çocukluğunda Saz çalmaya merak salmıştı. Artık kendini yetiştirmiş aile ekonomisine katkıda bulunmak için babası ile oda düğünlere meyhanelere işe gitmeye başlamıştı.

Kısa zamanda sevildi. Alkışlar ona hayatını değiştirecek kararlarda ivme kazandırmıştı. Kolay değildi . Kalabalık olan ailesinin geçimi için artık bir umut olmuştu. Küçük yaşlardan itibaren müzik ile geçen hayat mücadelesi devam etti Takii Askerliğine kadar. Askerde komutanları ve arkadaşlarına söylediği hasret şarkıları onların desteği ile sonuca ulaştı. Artık kaset çıkarmanın zamanının geldiğine inan sanatçı komutanlarının tam desteği ile kasetini çıkardı.

Tabi bu kadar kolay olmamıştı.

Unkapanındaki tüm kapılar çok sevdiği sanatçı olan Müslüm Gürses' i taklit ettiğine inandıkları için kapanmıştı. Sonunda İstanbul' da aradığını bulamayan sanatçı Ankara' da Sıla Müzik tarafından kasedini çıkardı."Hesabım Bitmedi" adlı ilk kasedi çok tutulmuştu. Artık şöhrete adım atar gibi olmuştu. Düğünlerde daha fazla para alıyordu. Taki "Sensiz İki Gün" adlı ikinci albümünden sonra sanatçı tahmin edemediği patlamayı yaptı.

Bu arada çok eleştiriler aldı. Müslüm Gürses' i taklit ediyor diye. Ama ses benzerliği, efendiliği ile sanatçı Arabesk Dünyasında geri dönüşü olmayan yerini aldı." alıntı ..radyoozan.com
"hakan taşıyan bir idoldür, ayrı bir ruhtur; ondan "etkilendik" diye bahsetmek kendisine bir hakaret, gönüllere düşen bir amansız bir ateştir." alıntı ..İTÜ Forum..

Hagi nasıl karpatların maradonası ise; çinçinin, altındağın johnny cashı olan hakan abimiz ekranda çiftli içip çıkıtıında "kimseye örnek olmak zorunda değilim" dedii zaman hükümdarlıını ilan etmişti.. silah yakalatan, hatır için hala düğünlere giden memleketin tek kara "star" ına selam olsun.

Ozwald

20 Nisan 2009 Pazartesi

Iyi ki öldün Zoetrope

Gecen gece yatarken Maya uygarligi dusuverdi aklima. Mayalar efsane bir kultur. Fakat soruyu tersinden sormak da mumkun: Efsanelerin mayasinda ne vardir? Onu da siz cevaplayin diyorum, lakin yardimimi da esirgemiyorum.

O halde ornegin sinema dunyasindan bir efsaneyi ve yildizinin parladigi ani konuk edelim kezdurene. Olgunluk doneminde Apocalypse Now filmini de ceken F. F. Coppola'dan baskasi degil oykusunden bir kesit sunacagimiz.

1939 Detroit dogumlu Coppola, cocuklarinin sanatci olmasina tum gucleriyle karsi cikan sanatci bir anne babaya sahiptir. Nitekim ciftin basarisizligi bununla sinirli kalmamis, kızlari da aktris olmustur. Rocky'in karisidir, Don Vito'nun kizidir o. Bilemem belki abisi kiyak yapti ama ben rol kesme tarzini begenmistim. Dunyanin en sogukkansiz insani havasini bana verdi.

Iste o Talia'dan ilginc bir sey ogreniyoruz: Francis liseye giderken ilk filmini cekmek icin babasindan para ister ve babayi alir. Kuskun cocugun eline uc bes kurus sikistirarak umudunu yitirmemesini saglayan zat-i ali oturduklari apartmanin kapicisindan baskasi degildir. Iste o kapici ilerde Baba filmini sinemada seyrederken hungur hungur aglasin mi aglamasin mi gururdan? Ben aglasin taraftariyim ama herkesin kendine gore fikri var.

Babasinin meslegi sebebiyle ha bire tasinan Coppola, gittigi okullarda da surekli yeni geleni oynar, ayrica ne lan bu kari ismi tasiyor diye alay ustune alay yer. Zaten hantal, gozluklu, yelken kulakli ve cenesinde Kirk Douglas cukurundan tasiyan (acaba sakal ondan mi), sarkik dudakli, hilkat garibesi bir cocuktur. Anilarinda bircok okula ilk girdiginde utanctan yuzunu kapattigini yazar. Derya gibi bir asagilik kompleksi. Bazen bu cocuklarin acimasiz olmasina cok ofkeleniyorum ama onlar da ne yapsin, insan tabiati bu. Iyi de cocuklar da asiri acimasiz oluyor, insaf ya Hu!

Francis'in cilesi de derya gibidir. 8-9 yaslarinda gecirdigi cocuk felci yuzunden bir sene yataga duser. Bulasici hastaligi oldugu icin zaten bir avuc olan arkadaslarinin hicbiri ziyaretine gelmez. Doktoru artik bir daha yuruyemeyecegini soyler. Babasini ilk kez o zaman aglarken gorur Francis.

Ama oldurmeyen Allah oldurmuyor iste. Coppola tekrar sagligina kavusur, bir ayagi oburunden kisa kalmistir, ancak topallasa da yuruyebilecektir. Film dunyasina girmemi belki de o gunlerdeki izolasyonuma borcluyum, der.

Gun olur devran doner, Coppola henuz hicbir blockbuster' a imza atmadigi halde Kaliforniya filmcilik prenslerinden biri olur cikar. UCLA'de herkes ona tapiyordur, yapimci sirketler de ikiyi bolunmustur, yarisi ona kıl oluyordur, yarisi da hayrandir ama henuz tum dunyanin bildigi bir isim degildir. Iste bu ahval ve seraitte Mario Puzo'nun kitabini yayimlanir.

Once "Baba"yi cekmek istemeyen Paramount, Puzo'nun kitabi satis patlamasi yapinca yonetmen arayisina girer ve bir dolu degaj yer, Coppola'dan da. Iflah olmaz bir Fellini hayrani olan Coppola baskilar karsisinda son kez kankasi George Lucas'a danisir, "Lan manyak, Warner'a olan 300 bin dolar borcunu baska nasil oden?" cevabini alinca mecburen peki der. Tamam, film Coppola'yi dunyanin en unlu yonetmenlerinden biri yapacaktir ama tum saf hayallerinin vücut buldugu, Lucas'la ortak kurdugu Zoetrope Filmcilik de bu vesileyle toprak olur tas olur. Tas olur derken sanat anlaminda tabii, yoksa ticari anlamda voliyi vurmus, halen de vurmaya devam ediyor. Neyse ne diyorduk, sanat ticarete bir kez daha yenilmis olur. Iste boyle olur.

Fakat ticaret de hakiki ticaret yani boru degil. Gosterime girdigi andan itibaren alti ay icinde Baba filmi gelmis gecmis en karli film unvanli Ruzgar Gibi Geciverdi'yi (orjinal ceviri Gecti diyor ama ben boylesini daha estetik buluyorum) tahtindan indirir. Sultan Suleyman'a kalmamis bu dunya Rett! Oyle iki opucukle sonsuza dek olmuyor iste. Keski olsa!

Peki para Coppola'yi bozar mi? Rumble Fish filmine bakiyorum, taa 83'te cekmis, bozmamis diyorum, ama George Lucas'a sorarsan bozmus. Hirs kupu manyagin tekiydi, diyor eski idolu ve ortagi icin. Ben ne mi dusunuyorum? Simdi bir zamanlar kanka oldugun biri hakkinda boyle atip tutan biri yarin benim icin neler demez? Lafim her ikisine. Fakat Lucas da Star Wars'a imza atan, butun hikayeyi garajinda, sagdan soldan esinlenerek diyelim, sanat dunyasinda arak kelimesi hos kacmiyor, tek basina yoktan var eden bir dahi ve deli karmasi, bir buyukusta degil midir? Ben hepinizi seviyorum desem?

Konuyla belki ilgisiz kacacak ama bu adamlar mesleginde zirveye cikarkene altmislarda yatmislerde butun Hollywood'da kokainin basi da Dennis Hopper. Belki de sandigin kadar alakasiz bir boyut degildir Rett. Bos konusmam!

El Patron

8 Nisan 2009 Çarşamba

Şinasi Tekin

Prof. Dr. Şinasi Tekin 1933'te doğdu. Babası Ramazan oğlu İbrahim Efendi, 1917'de Bursa Öğretmen Okulundan (Dârulmüallimîn) mezun olduktan sonra Dursunbey, Balıkesir ve Bursa ilkokullarında öğretmenlik yapmıştır. Şinasi Tekin ilkokulu Bursa'da, ortaokulu ise Bilecik'te (1944-1947) ve liseyi de İstanbul Haydarpaşa Lisesi'nde yatılı okudu. O zamanlar böyle öğrencilere leyli meccanî talebe derlerdi, yani "devletin demirbaş malıdır, dokunmayın!"

1950'de girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü 1953'te bırakıp Almanya'ya gitti. 1958'de Hamburg Üniversitesinde Annemarie von Gabain'in yanında doktora çalışmasını bitirip yurda döndü. İstanbul'da altı ay süren bir asistanlıktan sonra yeni açılmış olan Erzurum Atatürk Üniversitesine geçti. 1961'de doçent, 1964'te profesör oldu ve Türk Dili ve Edebiyatı bölümü başkanlığına getirildi. 1965'ten vefatına kadarHarvard Üniversitesi'nde akademik çalışmalarına devam etti.

Yayımladığı eski metinlerden en önemlisi İslamlık öncesi dönemlere ait Uygurca Maitrisimit adlı eserdir. Fakat bunun yanı sıra Eski Anadolu Türkçesi dönemiyle de ilgilenmekteydi.

Türk, İslâm ve Orta Asya kültürlerinin ana kaynaklarını yayınlamak üzere Harvard'da kurulan Sources of Oriental Languages and Literatures SOLL serisini eşi Gönül Alpay Tekin ile birlikte idare etmektedir. Bu seriden şimdiye kadar 54 cilt yayınlanmış olup halen devam etmektedir. Bunun yanı sıra Türklük Bilgisi Araştırmaları / Journal of Turkish Studies (TUBA) adlı bilimsel dergiyi, o zamanlar Chicago Üniversitesi'nde bulunan Fahir İz ile birlikte 1977 yılında çıkarmaya başlamış, bir süre sonra eşi Gönül A. Tekin de bu faaliyete katılmıştır. Gene Harvard Universitesi'nde yayınlanmakta olan bu dergi, bütün dünyadaki eski öğrencileri, en yakın çalışma arkadaşları ve özellikle eşi Gönül Hanımın destek ve yardımları sâyesinde hiç aksamadan düzenli olarak çıkmıştır.

Harvard'ın Continuing Education (Sürekli Eğitim Merkezi) bölümüne bağlı olarak 1997 yılında Ayvalık'ın Cunda köyünde başlattığı Harvard-Koc University Intensive Ottoman and Turkish Summer School in Turkey (Yoğun Osmanlıca ve Türkçe) adlı Osmanlıca Yaz Okulu, fedakâr eşi Gönül Hanımın ve bütün çalışma arkadaşlarının destekleri ve de Koç Üniversitesi'nin öğrenci bursu katkıları sayesinde bugüne kadar başarılı bir şekilde devam etmiştir.

Prof.Dr.Şinasi Tekin 17 Eylül 2004'te İstanbul'da vefat etti. Fatih Camii'nde kılınan öğle namazını müteakip Edirnekapı Şehitliği'nde toprağa verildi.

Eserleri

Kitapları

*
Bhidharma-kosa-bhâsya-tikâ-Tattvarthanama-The Uigur translation of Sthirmati's Commentary on the Vasubhandu's Abhidharmako-sastra (1970), New York.
*
Eski Türklerde Yazı, Kağıt, Kitap ve Kağıt Damgaları (1993), (Basıma Hazırlayan: R. Tûba Çavdar), İstanbul : Eren Yayıncılık.
*
İştikakçının Köşesi/Türk Dilinde Kelimelerin ve Eklerin Hayatı Üzerine Denemeler (2001), İstanbul:Simurg Yayınları.
*
Kuanşi im Pusar (Uygurca Metinler 1) (1993), Ankara:Türk Dil Kurumu Yayınları.
*
Maitrisimit nom bitig (1980), Die uigurische Übersetzung eines Werkes der buddhistischen Vaibhâşika-Schule. 1.Teil: Transliteration, Übersetzung, Anmerkungen. 2.Teil: Analytischer und rückläufiger Index.

Makaleleri

*
Buddhistische Uigurica aus der Yüan-Zeit (1980), Teil I:HSIN Tozin oqidta i Nom, Budapest, s.17-142.
*
Eski Türkçe (pdf)
*
Mani Dininin Uygurlar Tarafından Devlet Dini Olarak Kabul Edilişinin 1200. Yıl dönümü Dolayısıyla (762-1962)(pdf)

Kaynak:http://www.ku.edu.tr/osmanlica/stekin.shtml

OzanA

27 Mart 2009 Cuma

Beyazperdenin Muhterem Alcakları


Erol Tas'in batidaki muadili Telly Savalas midir? Michael Ironside'in dogu ikizi Bilal Inci mi dediniz? Yildirim Gencer Ortadogu'nun Gene Hackman'i olabilir mi? Onder Somer Lee Van Cleef'i andirabilir, Kenan Pars'la Jack Palance'i ayni kefeye koysak, Larry Hagman da herhalde Nuri Alco olacak. Camgoz Rutger Hauer'i Huseyin Peyda diye, Ekrem Bora'yi Christopher Walken diye, kaypak Donald Pleasence'i Coskun Gogen diye tercume edersen, Huseyin Baradan da oldu olacak Gary Oldman ile eslessin. Buraya kadar tamam miyiz?

Bu isimleri bilmeyen yok. Kendi alanlarinda en tepeye cikmis insanlar, ancak bir de isimsiz kotu adamlar var, yolda gorsek hepimiz taniriz, ancak ismini bilmedigimiz veya hatirlayamadigimiz afederseniz siz sey misiniz (daha kotusu, siz sey miydiniz) diyerek, mesleginin zirvesine cikmis bu insanin kalbini kirariz. Ayip degil mi? Yazik degil mi?

Türkiye'de bu kategoriye Kazim Kartal, Danyal Topatan, Hikmet Tasdemir, Hayati Hamzaoglu, Suheyl Egriboz, Ibrahim Kurt, Cetin Basaran ve Cevdet Ozalas'i alalim. Yerimiz kisitli diyerek digerlerinden affimizi isteyelim.

Peki Hollywood'da kimdir bunlar? Iste bugunku konumuz o kufur manyaklari, nefret miknatislari, kabus bocekleri, ovgu anlaminda soyluyorum, hayvan oglu hayvanlar, cunku rollerinin hakkini da veren sanatcilardir. Evet.

Robert Davi ile baslayalim. 1951, New York Astoria dogumlu Italyan asilli sanatci 1977'de basladigi kariyerinde 100'den fazla filmde rol almis, kotu adamlarin okulu James Bond serisinde basrol oynamistir. Scarface filminde basrol bence Al Pacino'ya degil Mr. Davi'ye verilmeliydi. Latin Amerika deyince akla gelen ilk aktor olabilir. Uyusturucu baronu dedin mi odur.

Jaws lakapli 1939 Detroit dogumlu Richard Kiel da yine Jimbo ekolundendir. Muthis performansi ile iki Bond filminde rol almistir. Akromegali adi verilen hormonal hastalik yuzunden 2.17 boyundadir. Bizim Yadigar gibidir. Yasliligi zor olacaktir muhakkak. Dunyada en cok sarilmak isteyeceginiz cirkin dev olabilir. Fakat dikkat edin isirmasin eski gunlerin anisina.

Filmlerde hayvanlikta epey onde yer alip gercek hayatta bir o kadar rafine olan Clancy Brown'i animsadiniz mi? Veya ilk Highlander'da ve Shawshank Redemption'daki kabussal pislik kimdi deyiversem? O sahsin ABD'nin en iyi universitelerinden birinden mezun oldugunu, annesinin piyanist/bestekar, babasi ve dedesinin Ohio senatoru oldugunu, halen SungerBob'da Mr. Krabs'e sesini verdigini, itiraf edin, hesaba katmamistiniz. Sanat baska bi sey.

Elvis bir sarkisinda der ki cennete hic gitmedim ama Oklahoma'ya gittim. O vakit Oklahoma dogumlu Cherokee kanli Wes Studi'yi konuk edelim masamiza. Ingilizceyi okulda ogrenen Studi gelmis gecmis bir numarali Geronimo'dur ama ben onu hep Son Mohikan'daki muthis Magua kiniyle hatirlayacagim. Oyle kini bence romanin yazari Cooper dahi tahayyul edememistir. Gercek hayatta saci vardir ve kisadir (saci). Studi'yi kastediyorum.

Gercek adi Yang Sze olan Bolo Yeung kung fu ogrenimini anavatani Cin'de tamamladiktan sonra bir firsatini bulunca komunist Cin'den Hong Kong'a yuzerek kacmistir. Winston sigarasi reklami cekerken tanistigi Bruce Lee onu cok sevmis, Ejder'in Uc Fedaisi filminde ona bas kotu rolu vermistir. Kan Sporu'nda memelerini hoplatan azman tiplemesiyle gonullere kazinan Yeung, Ozan gibi bir tai chi chuan ustadidir, sukunet onun gobek adidir.

Peter Stormare'nin ismine ve tipine bakarak Italyan oldugunu sandiniz, oysa o Isvecli ve sohretini Tokyo'daki Shakespeare performansina borclu. Ozgun bir sahis ki ozgun filmlerde rol almis: Awakenings, Fargo, Playing God, Million Dollar Hotel, Dancer in the Dark, Windtalkers birkac ornek. Constantine filminde bir seytan rolu kesiyor, Robert De Niro ile depisir. The Big Lebowski'deki nihilist pornocuyu saymama gerek var mi bilmiyorum.

Liste uzun ama biz gercek bir sinema emekcisi olan Henry Silva ile veda edelim. 1928 dogumlu Silva Italyan - Porto Riko kirmasi. Sinema egitimini bulasik yikayarak finanse eden sanatci o kadar cok filmde oynamis ki, pes. Bir insan Oceans Eleven filminin hem 1960 hem 2001 versiyonunda oynar mi? Bu oynamis. Ne San Fransisko Sokaklari kurtulmus elinden, ne Cannonball Run, ne Supermen ne Batman. Cok dayak yemis kamera onunde ama parayi da kapmistir tahmin ediyorum. Bir de bu genelde arkada dururdu kavgalarda.

Bu bir hurmet borcudur. Bu yazida ismi gecen sanatcilar iskalanmayi hic mi hic haketmeyen isimlerdir. Ama Turk olsun ama yabanci. Benim gonlumun bir numarali kotu adami Christopher Walken'dir. Basta Mr. Walken olmak uzere, dikkatli baktiginizda sinemanin tum kotu adamlarinda farkedeceginiz ortak bir ozellik vardir: Hepsinin tedaviye, sefkate ihtiyaci vardir. Rollerini kastediyorum tabii, gercek hayatta tanimiyorum. Fakat o sefkatten yoksun kalmasalar tanisamayacaktik. Ellerinizden opuyorum muhterem alcaklar...

Astoria Krali Serkan

17 Şubat 2009 Salı

aghora sadhu


(Resim: Kâr-ı Üstad Muhammed Siyah Kalem)

Aghoriler

anadoluda yaşamış oldukları rivayet edilen eren gruplarından cavlaklar ile benzer düzlemde arkadaşlar olduklarını zannettiğim, hissettiğim birtakım ademlerden bahsetmek isterim.

Bunlara geçenlerde çok tesadüfi olarak rastladım. Agoriller denen bu zaatların birinin hayatının belgesel yapılmış olması
ile bu tanışıklık gerçekleşti..

Aşağıdaki Linkte o belgesel mevcut bulunmakta.. Ama başka toplumlara içinden bakamayan biri iseniz gerçekten uzak durun.. sizi sarsacaktır.merakınızı celbetsin diye söylemiyorum ..

Aslında aşina olduğumuz "çile" yaklaşımını benimseyen bu insanların tekamül süreci bir hayli zorlu aghorilerde.Süreç ustanın yanına giden talebenin usül öğrenmesi ile başlıyor. Talebe agorilerin ölümü bekledikleri bir dere yatağında eski ustaların kafatasını arıyor.. Bulana kadar ziv ziv dolaşan talebe en sonunda bi tane buluyor ve bu kafatasını taşlarla kırararak bir tasa çeviriyor..Bu tası saatlerce yıkayıp kutsal bir boya ile kaplıyor.. Bundan sornaki tüm gereksinmelerini bu tasın içinden
karşılıyor.. Ganj kenarında ölü yakma alanlarında ne bulursa bu tasın içerisinden, ölü tozlarına bulayarak yiyor..
Geceleri bu ölü yakma alanlarında meditasyon yapan bu kişi 41 gün ilk etap bitince ustasını yıkanıp bekliyor. Usta o gün gelip, başını tutarak kabul törenini nehrin kenarında gerçekleştiriyor. Söylediği doğru ise usta- bir şifacı demek doğru olur-
12 yıl bu çileyi çekmiş ..

İnanılır gibi değil demek istiyor insan ama ondan da öte bişey aslında bu..

Vazgeçme. Bir insan kendinden ne kadar vazgeçebilir. Hayvandan daha hayvan olabilir mi? olmalı mı? Bu sorular zihnimde uçuşurken salihe verdiğim filmleri izleyip izlemnediğini düşünüyorum.. İçim burkuluyor. Bir çay daha koyuyorum .

http://www.youtube.com/watch?v=W0bGrvKVxac


oz.

Marcio Nuno F. Fantazisi

Tam isminin dogruladigi gibi, Don Juan di Marco misali yari Italyan, yari Ispanyol, yari Meksikali bir kisilik Marcio (Marsiyo okuyunuz). Almanya'da yasardi, yakasina gul takardi. Faydasiz bir hayal gucu vardi Marcio`nun. Ajanslarin onemsemedigi reklamlar yazardi. Marcio gitti, adi kaldi, bir de reklamlari unutulmasin diye ben de bir kismini tercume ederek aktarayim.

ooooooooooooooooooo oooooooooooooooo ooooooooooooooo

1. Bulasik deterjani Fairy'nin yeni, tene az zarar veren urunu icin <45 saniye bir tv reklami yazilacak!

Kampanya adi: Parmakucu hissi.

Arka planda Vivaldi'nin 4 Mevsim'inden "Kis" Bolum 2 caliyor ama kotu, hatali. Kisa sahneler ekranda cikip karariyor, elleriyle bir sey icra eden ustalara dair, ancak ellerini gormuyoruz. Once kemanci, sonra gitarist, piyanist, comlekci, karikaturist ve sonunda bulasik yikayan bir adam. Fon muzigi her resimde bir hatayla bozuluyor, sonra elleri de goruyoruz ve fakat... fakat... bunlar eldiven giymis. Ekranda bir soru beliriyor: Ciplak elle daha iyi olmaz miydi? Bu soru uzerine arkadaslar eldivenleri cikarirlar ve muzik duzelir. Sonuncusu tabii Fairy Ultra Soft ile yikiyor bulasigi.

Alternatif son: Ilaveten bir futbol kalecisi belirir. Soruya, yok deve, cevabini verir.

2. Zeiss dürbünleri icin dergi ilani. Mesaj, Zeiss herkese lazim olabilir.

Kampanya adi: Once tedbir.

Sol kosede kucuk bir yaban kazi, durbunuyle izledigi gokyuzundeki manzara yan tarafta buyuk resimle verilmis: V formatinda bir yaban kazi filosu. Baslik: Gözüm isiriyordu zaten. Asagida metin: Allah korudu! Az daha yine bunlarla gocecektim. Neydi o gecen sefer yol boyunca vidi vidi vidi vidi. Bir cene vermis... Tovbeee. Iyi bak vaktinde farkettik. Hayir, yari yolda ayrilinca artis diyorlar.

3. Fairplaye tesvik eden TV reklami. Alman Milli Futbol Takimi emrinde.

Kampanya adi: Ihtiras Tramvayi.

Alman Milli Takimi'nin muhim bir maci. Rakip bastiriyor. Bir anda tribunde bir itisme, kavga cikiyor. Sahada da rakip sutunu cekiyor, Kahn plonjonla topu zor yakaliyor ve ayaga kalktigi gibi topu tribune firlatiyor, kavga edenlere isabet ettiriyor. Stadyumda cit yok. Kahn bagiriyor: "Macin icine ettiniz huleaayn!" Kavgacilar kafayi one egiyorlar. Az once Alman kalesine sutu ceken rakip oyuncu Kahn'a korku ve saygiyla bakiyor. Kahn da ona donup kasini havaya kaldiriyor. Ve slogan beliriyor: Macin icine etme.

4. Slimfast adli zayiflama besini icin radyo reklami, max. 20 saniye surecek, saglikli, leziz, zayiflatan urun mesajini verecek.

Kampanya adi: Su ikinci panjuru da aciverin! (Rivayete gore Goethe olurken boyle demis: Isik, biraz daha isik, su ikinci panjuru da aciverin!)

- (Gümm!) Hayatim galiba yatakodasinda biraz daha isiga ihtiyacimiz var.
- Sana oyle geliyor, boylesi daha romantik (Sangirr!)

Kendinize bunu yapmayin. Slimfast diye bir sey var. Saglikli, leziz bir urunle zayiflayin. Karanlikta yasamayin. Slimfast. Yatakodanizda biraz daha isik icin.

5. Metinyazarlari yarismasina katilacaksin. Urun ve reklam seklini, her bir seyi sen sec, sahne senin.

Kampanyanin adi: Yasam Kaynagi (Pinari). TV reklami.

- Bugun dunyanin en yasli camasir makinesini ziyaret etmek uzere Japonya'da bir dag koyune geldik sayin seyirciler. Belki de saglikli ve uzun omrunun sirrini bizimle paylasir. Evet, koniciva. Dunyanin en yasli camasir makinesisiniz, ama epey zinde gozukuyorsunuz. Nedir bu isin sirri?
- Sir degil canim, bildiginiz seyler. En muhimi asla keyfinin kacmasina izin vermemek. Neseli ol ki genc kalasin! Bir de tabii antreman. Ne demisler: Isleyen demir isildar. Ha bir de kisisel tavsiyem (fisildar): Gunde bir sake (pirinc sarabi) yuvarla... (gulerek)
- Harikulade. Hepsi bu mu? Bravo dogrusu. Fakat... O cebinizden sarkan da nesi? Tablet kilifi falan mi?
- (Gulusu yerini oksuruge birakir) Nasil, nerde, ne.. ymis yav bu boyle?
- Durun bakiym ne yaziyor ustunde... Ca.. Cal.. gon?
- (Yapmacik oksurukler) Ha onu saymamis miydim yoksa?

Sonra reklam sarkisi cikar ve reklam biter:

Ca-ma-sir ma-ki-ne-niz Cal-gon-la da-ha u-zun ya-sar (Calgon'un Almanya'daki reklam jingle'i)...

6. Volkswagen Polo bir dayaniklilik abidesi. O halde ilanini gorelim.

Kampanya adi: Agri Dagi Seyahat

Resimde bir Polo, ici tiklim tiklim cifter cifter hayvan dolu. Arka kapi acik, kapinin onunde bitmek bilmez bir kuyruk, yine cift cift hayvanlar. En onde bir cift fil, yanlarinda ak sacli sakalli bir ihtiyar, kafayi kasiyor, elindeki oturma planina bakakalmis, saskin.

7. Holsten birasi icin TV-reklami, ≤30 saniye, cerceve kisitlandirilmis, uc adam olacak, araba yasak, cocuk yasak, diyalog yasak.

Kampanya adi: Matriksin faydalari.

Operator akan yesil ekranin onunde. HOLger ve CarSTEN simsiyah giysileri ve gunes gozlukleriyle sonsuz bir beyazlikta. Derken ikili kafayla bir isaret yapar ve bir anda milyonlarca holsten dolu raflar akip gelir. Operator kucuk dilini yutar, kulakligi cikarip atar ve bir saniye sonra o da gunes gozlugu ve siyah kiyafetiyle matrikste belirir. E afiyet olsun.

8. (Pahali) CHIO Cipsi icin radyo spotu. Mesaji: Bu lezzet her seye deger.

Kampanya adi: Her sey mi dedin?

- "Her sey mi dedin?" diye sordu. O gun bugundur bitmek bilmeyen bir Chio cips stogum var. Anlasmamiz boyleydi. Git bak kilere, gorursun.

- Bu muthis bir oyku Doktor Faust. Bir iki rotusla super bir roman konusu dahi olur. Tuylerim diken diken, oyle soyliym. Yani bu oykuyu kaleme almak icin her seyimi verirdim. Her seyimi!

(Gökgürültüsü duyulur, ardindan slogan) CHIO. Her seye deger.

9. Sinema reklami: Kacak film kopyalamak suctur, bes yila kadar cezasi var.

Kampanya adi: Koyu kirmizi cizgiler.

Polis, itfaiye vb. kuvvetler tarafindan sarilmis bir bina. Megafonla iceridekilere son bir sans taninir. Icerde, rehineler bir kosede agliyor,
maskeli tipler ortalikta kosusuyor, biri bilgisayar basinda, sonsuz gibi gelen internetten indirme suresinden bunalmis. Biri maskesini cikarip bilgisayar basindaki elebasina haykirir: "Bu sefer siniri astik oglum. Bir film icin yaktik gencligimizi. Bu ne lan?" Bu ne dedigi, camlardan iceri akan SAS komandolari.

10. Toplu tasima hizmetlerinin aksamamasiyla ovunen Hamburg Belediyesi ilan cikacak. Mesaj: Lutfen vaktinde gelmeye ozen gosterin.

Kampanya adi: Ne gec ne erken.

Yatakta bir adam ve bir kadin. Birbirlerine sirtini donmus, suratlar asik.

ooooooooooooooooooo oooooooooooooooo oooooooooooooooo oooo

Evet iste boyle faydasiz esinlerin cocuguydu Marcio. Bir gun ceketini alip ayrildi buralardan. Meksika'da Pasifik kiyisinda Zihuatanejo adinda bir sahil kasabasina yerlesmekti hayali. Kirik dokuk bir balikci kayigi bulup bir yerden, onu tamir etmekle baslayacakti yeni hayatina. Bir de otel isletecekti. Yolunuz duserse bakin bakalim, hala gul takiyor mu yakasina...

Astoria Krali Serkano

28 Ocak 2009 Çarşamba

herkese az feminizm









ben sizin dilinize ve baglaminiza daha fazla yabancilasmadan, anladigim kadar, anladigim yerden dahil olayim mevzuya bari, musaadenizle. ..
ezilen cins ifadesi, kadin erkek arasinda kadinlar aleyhine isleyen bir iktidar iliskisinin varligini kisa yoldan tanimlamak uzere kullanilir. kadinlarin bu tur bir iktidar iliskisinin tarafi olmadigini dusunuyorsaniz, sokaktan ailedekine kadina karsi her turlu siddeti, her turlu onyargi ve erkek ideolojisini bir iktidar iliskisinin tezahuru olarak gormuyorsaniz, bu fasli sonsuza kadar kapatalim. oyle olmadigini dusunerek devam ediyorum.
ozan'in vurguladigi biyoloji meselesi de, irem'in 'yetistirilme tarzi vs' olarak ifade ettigi sey de feminist teoride mevcut yaklasimlardir. ilki, ozcu (essentialist) yaklasim, digeri toplumsal cinsiyet (gender) yaklasimi olarak genellenebilir. ozcu yaklasimda kadin dogasi ve erkek dogasi diye bir seyin oldugu kabul edilir, iktidar meselesi bu temelde cozumlenmeye calisilir; digeri, toplumsal cinsiyet ise bence 20. yuzyilin en devrimci kavramlastirmalarin dan biridir, itiraz eden kimse kalmadi, sinif gibi bir kavram haline coktan geldi. Toplumsal cinsiyet, kadin-erkek diye bildigimiz her seyin, her rolun vs. kadinin toplumsal denetimini saglamayi amaclayan bir iktidar iliskisi icerdigini, yani cinsiyet rollerimizin, varolusumuzun toplumsal olarak kuruldugunu, aktarildigini, dolayisiyla ogrenilmis oldugunu soyler. devrimcidir cunku, ozculukten farkli olarak bu kavramlastirmada degistirme potansiyeli vardir; yani, madem toplumsal olarak kuruluyor, toplumsal
olarak
degistirilebilir de... ve... bu yuzden de bu noktadan itibaren feminist teori kadinin ozneligi uzerinde durmustur. buna gore; kadinlar bu toplumsal iktidar mekanizmalarinin farkina varirlarsa, dort duvar arkasinda yasananlarin ortak oldugunu kesfederlerse vs, iste o zaman dayanisma ihtimali ortaya cikar ve zaten feminist aktivizmin gecen yuzyil boyunca derdi de bu tur bir dayanismayi her yerde ormek ve guclendirmek olmustur. iste sevgili irem, bize dair cok kilit bir meseleyi, etimizde kanimizda hissettigimiz bir meseleyi, guven meselesini ortaya attiginda, ses vermek istememin sebebi benim, feminist fikirden de aktivizmden de kac zamandir uzak dusmeme ragmen hala bu tur bir dayanisma idealine olan romantik bagliligimdandir, tumuyle bana dair bir durumdur yani; kesinlikle ortamdaki kadin arkadaslarin ukala bir tutum takindigim fikrine kapilmalarindan imtina ederim; erkek arkadaslar istediklerini dusunebilirler, onlara ukalalik etmenin de, sozlerini
kesmenin vs.nin de mubah oldugunu dusunenlerdenim, hatta bu konuda cesitli fikir sahibi olanlara, once kendi iktidar sahibi erkeklik rolleriyle samimiyetle yuzlesmelerini salik veririm, kadinlar kendi yuzlesmelerini yapmakta cok yol katettiler.
zirvalamayi birakip irem'in ortaya sordugu soru uzerinden devam etmek isterim. feminist dusuncenin yine gecen yuzyila damgasini vuran slogani da su olmustur: 'ozel alan politiktir.' Burada kilit, ozel/kamusal ayrimidir. buna gore ozel alan, disil olan, kadina ait olandir, aile, cocuk, iceri ait olan her sey, duvarin ote yani:)). ve... kamusal, erildir, sokak, meslek, politika, disaridaki her sey erkege aittir. ve bu, aziz kardeslerim, bizim genlerimizde yazilidir, tabiri caizse. dagita dagita, sevdalisi oldugum bir adama, Carl Jung'a atlayacagim, bagislarsaniz: )) Freud'un cagdasi, analitik psikoloji okulunun kurucusu bu agabey, toplumsal bellek/kolektif hafiza kavraminin mucididir; bu kavram der ki, atalarimizin kultur vs gibi tum mirasi, yasadigi her sey kusaklar boyu aktarilir, yani her toplumun/toplulugun ortak bir hafizasi vardir ve bilincaltinin bir kismi bu hafizadan olusur. kadinlarin toplumsal hafizasinda neler yazili buyurun dusunun. biz
kendimize ait olmayan bir alanda, kamusalda tutunmaya calisirken, tarihin yukunu tasiyoruz bilincaltimizda emin olun, bir turlu anlam veremedigimiz tutukluklarimiz, yazmak, konusmak, teori yapmak, yonetmek, karar almak, hedef koymak, hedefe ulasmak vs her konudaki aksamalarimiz, iliskilerimizden (her turlusunden) bunala bunala yasarken, hayatin kalan kismini da o bunalmalardan cikip kendimizi iyi hissedecegimiz bir isler yapmak icin didinerek gecirmemiz cok tarihsel, cok toplumsal ve cok politiktir. cunku 'ozel olan politiktir', yani iktidar her yerdedir. Ama sanirim farkindasiniz burada gizli bir ozcu tini da gizli esasen. kusaklar boyu paylasilan bir ortak hafiza, ortak bir cinsiyet anlatisi, giderek bir kadin dogasi ve erkek dogasi da insa ediyor kuskusuz; yani en azindan ben oyle dusunuyorum, hatta ben zaten bir kadin ve erkek dogasi oldugunu dusunuyorum, bu acidan bir miktar ozcuyum, dogurganlik vs, cok kolay atlanamaz bence. anyway...
zaten bizler acisindan da hayati olan, pragmatik olalim biraz, bu iktidarin kaynagi falan degil; bir noktadan sonra yani... nasil asariz kardesim bunu? soru bu, of of of...
Jung'a donuyorum. der ki her kadin bir maskulen ve erkek de bir feminen tasir. saglikli durum, denge durumu, bunlarla gercek, saglikli iliski kurabilmekte. .. yani, maskulen ve feminenin her kisilikte ifade edilebilmesi. simdi kadinlarda en cok rastlanan durum, maskulenin bastirilmasi. .. bu ne anlama geliyor, icinizdeki eril konusmuyor yani, kendini ifade etmiyor, karar almak, inisiyatif koymak, hedefe ulasmak vs konularinda cuvalliyorsunuz demek... ote yanda erkekler feminenleriyle sorunlu iseler, duygularini ifade etmekte sorun yasaniyor. aslinda ozel kamusal arasindaki zitligin psikanalitik olarak kurgulanmis hali bu (ben boyle anlamayi seviyorum yani:)). her neyse, buradan cikan sonuc, Jungian analiz sunu oneriyor kadinlara; mumkunse disil olmayan bir alanda (yani mesela annelikle vs ilgili olmayan bir alanda) hedef belirlemek ve pesinden gitmek, bunda israr etmek; boylece maskulenle iliski kurmaya baslayacagiz ve onu guclendirmek uzere calisacagiz.
aslinda tam da irem'in son mailinde kastettigi sey; bu iste kendini ispat degil, kendi olmak durumu. galiba tum hikaye bu ama yasanirken cok zor elbette.
sonucun sonucu;
herkes hayatta kendi durdugu ugraklarca anliyor dunyayi, kendini ve yasiyor. hangi durakta durup, oradan ne edindiyseniz eldeki avuctaki o. ben cesitli duraklardan sonra, farkli farkli dusunce sistemlerinin birbirine cok yakin hatta ayni seyleri soyleyebildigini anladim. beni en cok carpan ortaklik ise, zitlar ve zitlarin birligi meselesi oldu. ozel/kamusal, maskulen/feminen, kadin/ erkek... hayati tum kutupsalliklari icinde anlamak yani; anahtar ise bu kutupsalligi asma yetisini gostermekte, oraya takilip kalmakta degil. marxta da ayni ilke, yadsimanin yadsinmasidir mesela... tam buraya Mevlana'dan da bir sozum var aslinda ama artik o kadar abartmayayim, o da bana kalsin, bu kadar postmodernize olmayalim, simdilik en azindan:))
ben daha yeni yetme bir marksistkene, Kautsky'nin bir lafina pek bayilirdim: 'her devrimciye biraz anarsizm gerek'; bunu soyle formule ediyorum, 'her devrimciye biraz anarsizm, her kadina biraz feminizm gerek':))
cok yorucu bir gunun sonunda yaziyorum bunlari, iyice gevezelige vurdum ve susuyorum. erkek arkadaslar, saldirgan bir uslup sezdilerse, it is not personal, dear friends, diyorum:)).
sevgiler,
eylem

6 Ocak 2009 Salı

Tarocci & Bottazzi..



.. yahut yaygin bilinen isimleriyle Don Camillo ve Peppone, Italyan mizah yazari Giovanni Guareschi'nin meshur ettigi, sag-sol mu dersin, gerici-ilerici mi dersin, inanmis-ateist mi dersin, iste o evrensel cekismeyi her Allah'in gunu tum hucrelerinde yasayan bir Yin-Yang nevidir. Guareschi bu mucadeleyi koy hayatindan karelerin konu edildigi kisa oykulerle yansitir.

II. Dunya Savasi'ndan sonra Italya'da kucuk bir koyde gecen maceralarinda kahramanlarimiz birbirinin hem can dusmanidir, hem de yasam enerjisi. Her konuda zitlasan ikiliyi birlestiren nadir konular, komsu koy Toricella'ya duyduklari nefret ve bestekar Verdi'ye duyduklari hayranliktir.

Peppone koyun kizil belediye baskanidir. Fakirleri kollar, zenginlerin somurusuyle mucadele eder. Bas dusmani, halkin saf duygularini somuren kilisedir (Karisi dahi somurulenler arasindadir) . Belediye baskanlarina ozgu inadi muazzamdir. Bir gun Don Camillo ile birlikte (hafif de olsa) bir olum tehlikesi atlatirlar. Aralarinda soyle bir konusma gecer:

D C: Postunu kurtardigin icin Tanri'ya sukretmen gerek. Bu iyi talihi ona borclusun.
P: Cok dogru... Ama o senin de postunu kurtardi. Bu da bizi odestirecek kadar buyuk bir talihsizlik.

Don Camillo da kimsesizleri kollar. Bas dusmani halkin saf duygularini somuren komunistlerdir. Kucuk yerlesim birimlerinin dini onderlerine ozgu cingozlukten nasibini fazlasiyla almistir. Caresiz kaldigi tek an Isa'yla konustugu zamandir, ona laf yetistiremez. Oykulerin en ozgun yani belki de Don Camillo ile carmihtaki Isa arasinda gecen sohbetlerdir.

Bir gun Peppone isleri bozuldugunda, (ilerde geri donmek uzere) koyden ayrilinca Don Camillo elindeki gazeteyi carmiha gerili Isa'ya sallar:

D C: Efendimiz, bakin, Tanri'nin varligini dogruluyor bu!
Isa: Bana mi soyluyorsun?

Bir gun de Toricella koyunun futbol macli meydan okumasina mazur kalirlar, ancak koyu kizillarin mi dincilerin mi temsil edecegi kavga konusu olur. Uzun etmeyelim, koyun temsil hakki Dinamo'ya kalir. Don Camillo mac oncesi carmihta gerili Isa'nin huzuruna cikar:

D C: Efendimiz, yarinki macta yenilmesinler, ne olur. Onlar icin istemiyorum bunu; kazanmayi haketmediler cunku, ama benim hatirim icin yenilmesinler. Yok, onlarin yenilgisine sevindirerek gunah isletmek niyetindeyseniz beni, o baska.
Isa: Don Camillo, ne ilgim var sporla benim?

Guareschi'nin en buyuk zevki Don Camillo ile Peppone'yi kacinilmaz bicimde karsi karsiya getirecek durumlari kurgulamaktir. Bir oykude gezgin bir ressam Don Camillo'nun istegiyle kilise icin bir Meryem Ana resmi yapar. Ancak eserini tamamlanmadan kimseye gostermek istemez. Bitince bakarlar ki ressamin Meryem Ana icin ilham aldigi surat koyun en guzel kizi ve disi komunistlerin basi Celestina'nin suratidir. Komunist Meryem Ana resmi bir yandan herkesi buyulerken, azili dusmanlari yine birbirine dusurecektir.

Yazarligin belki de en keyifli yani meselelere yukardan bakabilmek, Isa gibi. Isa bir gun Peppone'ye cekic firlatan Don Camillo'yu elestirince rahip kendini savunmak icin Peppone'nin de ona cekic firlattigini soyler, odestik der. Isa'nin yaklasimi her zamanki gibi arzu edilenden farklidir: Bir aptallik bir aptalik daha iki aptallik eder!

SerkanT