Ey Kezberenler!
Serkan'ın yüklediği görev ağır, yardımsız olmaz. Ben de Merhum Hocam Rahmetli Cinuçen Tanrıkorur'dan öğrendiğim kadarını, yine onun kelimeleri ile sizlere naçizane kendi eklemelerimle aktarmaya çalışacağım.
Konu Mevlana olduğunda anlatılacak, öğrenilecek o kadar çok şey var ki, dünyanın yarısı Kezberen bezminde birleşse ve çalışsa buna ömürler/imiz yetmez…

Mevlana Celaleddin-i Rum-i ; İslamın yetiştirdiği en büyük mutasavvıflardan biri ve dinimize dünya çapındaki hizmeti gözönüne alınacak olursa belki de en büyüğü olan, bilginler şahı (sultanü'l—'ulema) Bahaeddin Veled'in oğlu Muhammed Celaleddin (Belh 1207—Konya 1273), biri 'efendimiz' anlamında 'Mevlana', öbürü 'Anadolulu' anlamında 'Rumi' olarak iki sıfatla anılır. Çok eski bir Türk (Şaman) geleneği olup X. yy.da Ahmed Yesevi Hz.nin geliştirdiği sema'ı, musiki ile birlikte toplu ibadetin ayrılmaz parçası haline getiren ve hudutsuz müsamahaya dayalı dünya görüşüyle, yalnız Türklerin ve müslümanların değil, bütün insanlığın manevi sevgilisi olmuştur. Bütün söyledikleri, hikayeler ve gazeller şeklinde, Kur'an—ı Kerim'in şerhinden ve Resulullah (s.a.s.) aşkından ibarettir. Bunun için de, şeriat ve tasavvufuyla İslamı bütün olarak kavramadan, "sol ayağım direk gibi şeriata çakılı, sağ ayağımla 18 bin alemi devrederim" diyen Mevlana'yı anlamak mümkün değildir. [Sema esnasında yerle teması kesmeden sola doğru döndürülen sol ayağa 'direk', havadaki sağ elin de yardımıyla vücudu sola döndüren havadaki sağ ayağa 'çark' denir; ism—i celalin 'AL—' hecesiyle kalkan sağ ayak, 'LAH' hecesiyle çarkı tamamlamış olarak yere basar. Hafi (sessiz, içten) olarak yapılan Mevlevi zikri bu sebeple, musiki eşliğinde kıyami (ayakta) ve devrani (dönerek yapılan) bir zikir türüdür]. Hz. Yunus'un (k.s.) XIII. yy. Anadolu Türkçesiyle yaptığı işi, o, çocukken öğrendiği (İslami kültür dairesinin ortak kültür dili olan) Farsça ile yapmış ve bu dilden yapılan tercümeler sayesinde doğudan batıya değişik kültürler tarafından tanınmıştır. Bizim bir Gölpınarlı'mızla (1900—1982) bir Şefik Can'ımıza (doğ. 1910) karşılık (Allah onlardan razı olsun), ömürlerini Hz. Mevlana'yı tanımak ve dünyaya tanıtmak uğrunda harcamış olan İngiliz alimleri Reynold A. Nicholson (1868—1945) ve Arthur J. Arberry (1905—1964), Fransız Eva de Vitray—Meyerovitch'le Alman Prof. Annemarie Schimmel (doğ. 1922), dünya durdukça saygı ve hayranlıkla anılacak Mevlana (dolayısıyle İslamiyet) aşıklarıdır.
Türkçedeki karşılığı, ses uyumu kuralı gereğince —cilik, —cılık, —culuk, —cülük, —çülük olan —izm'ler, siyasi veya iktisadi doktrinlerin kısaltılmış adıdır (devrim—cilik, ırk—çılık, ülkü—cülük, milliyet—çilik, Mao—culuk, Atatürk—çülük gibi). Ne var ki, siyasi— iktisadi düşünce sistemlerinin doktrinleşmesi ne kadar tabii ise, sanat ve inanç konularının doktrinleşmesi o kadar gayrıtabii ve amaçdışı'dır. Nitekim, evliyaullahdan hiçbir büyük zat (ne Yesevi, ne Rifai, ne Geylani, ne Mevlana, ne Nakşbend, ne de Halveti) inancının yansıması olan yaşama tarzını sistemli bir ekol veya doktrin haline getirmemiş, kısaca kendi tarikatini kurmamıştır. Tarikatleri kuranlar, o büyüklerin yolundan giden müridler, yani —ci'lerdir (Mevleviliğin Hz. Mevlana tarafından değil, oğlu Sultan Veled tarafından kurulduğu ve Mevlevilere önceleri 'Mevlanai'=Mevlanacı dendiği gibi). Bu yüzden, dindarlıkla dincilik (yani doktrincilik) arasında nasıl hiçbir ilgi yoksa, kendilerine — hele bugün— Mevlevi diyenlerle Hz. Mevlana ve anlatmak istedikleri arasında bir bağ kurabilmek de aynı şekilde mümkün değildir. Mevleviliğin birinci şartı, Kur'an—ı Kerim'i aslından okuyup hiç olmazsa bir bölümünün mealini verebilecek kadar iyi Arapça, Mevlana'nın eserlerini aslından okuyup kendi diline çevirebilecek kadar iyi Farsça bilmek ve çile (yani 1001 günlük tekke eğitimi) bugün mümkün olmadığına göre, en azından sema çıkarmış olmaktır.
Bırakın Arapça ve Farsçayı, biz 70 yıldır çocuklarımıza anadilleri olan Türkçeyi bile var gücümüzle unutturmaya çalışıyoruz (bu söylediklerim size abartmalı gibi geliyorsa, 40—50 yıllık öğretmenlerle biraz görüşün, yeter). Bu durumda, bugün Mevlana Anma Töreni adı altında yapılan turistik panayır gösterileriyle, çevrenizde (yurtiçinde ve dışında) gördüğünüz vakıf adlı kuruluşların sema gösterileri, adı zaten gösteri (yani show) olan ticari amaçlı istismardan başka bir şey olmamaktadır. Ben mevleviyim diyebilmek için (ki hiçbir gerçek mevlevi bunu söyleyemez, söylüyorsa bilin ki değildir!), Mevlana'nın bir tür ibadeti olan semasını gösteriye çevirip tiyatro kumpanyaları gibi turneye götürmek yerine, eserlerini bugünkü yazı ve dile çevirip (veya bunun imkanlarını arayıp) —başta gençler olmak üzere— mümkün olan en geniş kitlelerce anlaşılmasını sağlamak gerekir. Boynuna kravatı, başına fötr şapkayı takınca batılı oluverdiğini zannetmek ne kadar gülünçse, başına sikke—i şerifi giyip sağ eli sol göğsünde gelene geçene baş kesip selam verince mevlevi oluverdiğini zannetmek de o kadar gülünçtür. ..
Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...
Diyen Mevlananın şu sözü asla unutulmamalıdı r;
Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim
Ben Hz.Muhammed'in ayağının tozuyum
Biri benden bundan başkasını naklederse
Ondan da bizarım, o sözden de bizarım, şikayetçiyim.. .
Onu anlamak adına benim pek değer verdiğim bir sözü ile yazımızı noktalayalım, zira konu Mevlana oldukça kelam bitmez...
Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir. ..
Pür Hata Evren....