10 Kasım 2015 Salı

Halaybaşı Wu-Li

Her kültürün kendine göre tuhaf, yabancı, anlaşılmaz bulduğu başka. Amerikalı çözemediğine “Yunanca” der, tekniğin anavatanı Almanya’da anlaşılmayana “teknik Çince” denir, Türkler “Fransız” kaldıklarında karşılarındakini “Arapça” konuşmakla itham eder.

Kuantum teorisiyse Ziya, çok afedersin, milyonlarca insanın neyi ne kadar anladığını dahi çözemediği bir alan. Bir şey bu kadar mı hiç anlaşılmaz?

Şuradan başlayalım: Bilim teorisinde “eşya” hareket ediş biçimine göre parçacık veya dalga olarak sınıflandırılıyor. Ses=dalga, masa=parçacık, gibi. Bu ayrımcılık niye, sorusunun yanıtı Heisenberg’de, az sonra. Bilim adamları “Işık hangi sınıfa girer peki?” diye soruncaysa sıkıntı başlamış. Hala da sıkıntılı bir durum.

Efendim bundan asırlar önce Young’ın çift yarıktan ışık geçirme deneyi, ışığın dalga biçiminde hareket ettiğini kanıtlıyor, zira yarıkların bulunduğu planın arkasına koyulan perdede oluşan örüntü bir girişim sergiliyor ki bu da ancak dalgaların kesişmesiyle ortaya çıkabilen bir şey.

Derken bir gün Albert Einstein adlı genç bir bilim adamı ışığın kesintisiz dalgalar şeklinde değil, foton adı verilen kuantalar veya paketçikler halinde yayıldığını duyuruyor. Bizde mikrofon o sırada hala padişahta, şeyhülislamda.

Başka türlü anlatalım: 1906’da elektronların parçacık olduğunu kanıtlayarak Nobel ödülü alan Thomson’ın kendi oğlu aynı ödülü 1937’de bu kez elektronların dalga olduğunu kanıtlayarak alıyor. Elektronlar her ikisi de olabiliyor yani. Biz ölümlüler buna anlam verememekle birlikte bir isim verdik, tamamlayıcılık ilkesi dedik, ne şiş yandı ne kebap.

Nasıl olur abi, deme, bunları ben uydurmuyorum. Deneyi ne tespit etmek üzere kurgularsan o davranışı gözlemliyorsun. Parçacık görmek istersen parçacık oluyor elektron, dalga görmek istersen dalga. Buraya bir virgül koy Ziya ve sakın dalga geçtiğim hissine kapılma.

Tamamlayıcılık ilkesinin bir adım ötesi Heisenberg’in belirsizlik ilkesi. Buna göre bir maddenin aynı anda hem konumunu hem de momentumunu (hızını ve yönünü) kesin olarak bilmek ilke olarak dahi olanaksız. Zira konum bir parçacık özelliği; dalgaların değil parçacıkların konumu olur.

Momentumsa dalga özelliği. Görülüyor ki konum ne kadar netlikle bilinirse momentum o kadar belirsizleşiyor, çünkü madde parçacık olarak tanımlanmış oluyor. Dalga yönünü öne çıkarırsan momentumu netleşiyor ama bu sefer de yeri belirsizleşiyor. Elektronun hangi hızla hangi yöne hareket ettiği ne kadar netlikle bilinirse herhangi bir anda bulunduğu yeri tespit etmek o denli zorlaşıyor. Yerine odaklanırsan ne yöne hangi hızla devindiği muamma oluyor.

Bu niye önemli? Çünkü klasik fizikte, bir parçacığın diğer parçacıklarla etkileşimi ve üzerindeki kuvvetler kesin bir biçimde hesaplanırsa, o parçacığın geleceği öngörülebilir. Evrenin geleceği de bu yolla önceden bilinebilir, inanışı var. Newton öyle inanmış, gelmiş geçmiş en büyük bilim adamı materyalist değil idealist, yanlış olmasın. Zaten hesaplanabilen (sabit) gelecek, kudret-i mutlak için olmazsa olmaz bir girdi. Kader kelimesi hangi kökten geliyor sandıydın? Kuantum fiziği ise bu kapıyı kapatıyor. Karamsar bir gününde bir bilim insanı bunu, sen kim, evreni hesaplamak kim, diye yorumlamamak için çok çaba göstermeli.

Kuantum fiziği kimsenin teorik macerası değil. Kuantum fiziğinin tezleri matematiksel olarak ispat edilmekle kalmıyor, atom-altı dünyasındaki olayları ancak bu sistem açıklayabiliyor. Yani bina inşa ederken klasik fiziğin, atomları incelerken kuantum fiziğinin kuralları işliyor. Nitekim çift yarık deneyini makro dünyada, örneğin kurşunlarla yaparsak girişim oluşmuyor: kurşunlar ya bir delikten ya öbüründen geçiyor arka tarafa.

Çift yarık deneyine geri dönüp, fanteziye girelim. Delikleri tek tek kapatıp açtığımızda elektronlar geçmedikleri deliğin kapalı olduğunu bilir gibi davranıyorlar. Geçişleri kaydeden bir düzenek olduğunda arkada girişim örüntüsü oluşmuyor. Elektronlar yalnız hangi deliğin açık hangisinin kapalı olduğunu değil, izlenip izlenmediklerini de biliyor ve ona göre hareket ediyorlar sanki. Bir elektron geçeceği deliği nasıl seçiyor, izlendiğini nerden anlıyor Allah aşkınıza?

Yanıtın ipuçları olasılıkta, yani biri bütünün parçası olarak ele almakta. Kuantum fiziğinin bir sıkıntısı da, atom-altı parçacıkların tek tek incelenemiyor oluşunda, zira onları etkilemeden “gözlemlemek” olanaksız. Bunun nedeni önemli değil fakat basit: Bir şeyi görmek için ona ışık tutacaksın. Elektrona tutulan ışık (dediğin foton değil mi?) onu yörüngesinden fırlatıyor, bir bilardo topu misali. Sonucu ise önemli ve Rutherford’un keşfettiği radyoaktif bozunumla güzel örneklenebiliyor: Radyoaktif bir maddenin tam yarısının ne zaman bozunmuş olacağı kesin olarak tespit edilebiliyor, ancak bozunumun seyri, hangi atomun bozunup hangisinin bozunmayacağı bilinemiyor.

Geldik kuantum teorisinin kilit kavramlarından olan gözleme. Virgül koymuştuk ya az evvel, bir daha bakıver oraya. Ardından, şairin, Gemlik’e doğru denizi göreceksin, muştusuna atıfla biz de meşhur Schrödinger deneyine geliyoruz: Kapalı bir kutu içinde canlı bir kedi, bir ampul zehirli gaz ve radyoaktif bozunuma tabi bir madde var. Bozunum başladığı an ampul kırılacak ve kedi zehirlenip ölecek. Normal dünyada bozunum ya başladı, ya da henüz başlamadı, yani kedi ya ölü ya canlı denir. Kuantum mekaniğinde ise biz kutuyu açıp içine bakana dek kedi ne ölmüştür ne de ölmemiştir. (Yani gözlemlenmeyen hiçbir şey gerçek değildir!)

O halde, bir sistemi olasılıklardan birini seçmeye zorlayarak bir olasılığı gerçeğe dönüştüren şey, o sistemi gözlemleme edinimi olur. Maddeler de bu ilkeye tabi! Eşyayı gerçek (yahut parçacık yahut dalga) kılan gözlemlenmesi. Dikkat: Olasılıklardan birini netleştirip diğerlerini çökmeye zorlayan özne bir bilgisayar da olabilir. Önemli olan, kuantum seviyesindeki bir olayın sonucunun kaydedilmesi.

Momentum ve konum gibi verilerin gözlemin ürünü olduğunu düşünürsek gözlenmeyenin ne hareketi ne konumu olabilir. Heisenberg’e göre bir elektronun biz bakarken ne yaptığına dair bilgimizin doğal bir sınırı var. Biz bakmazken ne yaptığı hakkında ise hiçbir fikrimiz olamaz!

Mı acaba? Bilim çevrelerince henüz resmen kucaklanmasa dahi, pratikte kuantum fiziğindeki birçok açmazın anahtarı paralel evrenler kuramında mevcut. Schrödinger’in başımıza sardığı “kedi ya canlı ya ölü” ikilemi, paralel evrenlerde “kedi hem canlı hem ölü” halini alıyor. Zira gözlemci, gözlemiyle, aynı anda var olan olası durumlardan birini “kendi dünyasında gerçek kılıyor”. Kedinin öldüğü ya da yaşadığı dünyada olmayı, kutunun içine bakarak “seçiyoruz”.

Kim bilir, belki de yaşadığımız dünya paralel evrenler arasında bir girişim alanında. Gözlemci parçacığın hangi delikten geçtiğine baktığı anda girişim kayboluyor, dünya netleşiveriyor, ben Ziya’yı yaratıyorum. O sırada, belki çok uzakta belki de çok yakında, bir başka fezada, belki de ben Ziya oluyorum.

Nedir o vakit yüz yıllık araştırmanın tortusu abi, dediğini duyar gibiyim. Cevabım carpe diem. Diyeceksin ki şimdi, abi içkili misin? Değilim dost. Sadece şunu düşünüpdurum Milas ağzıyla: Bir foton ışık hızında hareket ettiği için zamana tabi değil, zira hız arttıkça zaman yavaşlıyor ve ışık hızında duruyor. Demek, başlangıçtaki foton için Büyük Patlama ile şu an aynı zaman. O halde vur patlasın, çal oynasın baba, durduğun kabahat.


Kuantum Serserisi

9 Ocak 2015 Cuma

Yikilmislar Yuvasi

Bulasik yikarken Galce ogrenmek mumkun mu, sorusunun cevabini ariyordum gecende. Ve buldum. Sorunun cevabinin sevenlerime ilham vermesini dilerim.

Alti Kelt ulusundan biri olan Galler, bildiginiz gibi Birlesik Krallik'in hakimiyetinde, adanin bati kisminda. Sekiz yuzyildir Krallik'in ilk erkek cocugu Galler Prensi unvanini aliyor. Prens Charles yani Ingiltere degil Galler Prensi, yanlis olmasin. Bayraginda bir ejder bulunan, kismen Kelt kulturunu halen yasayan bu ulkenin dilinden birkac kelime siralayalim:

Tref: kasaba, mynydd: dag, deilen: yaprak, coeden: agac, bryn: tepe, eira: kar, olwyn: tekerlek, afon: nehir, gorffennaf: temmuz, moronen: havuc, gwraig: kadin, dyn: erkek, plentyn: cocuk, psygodyn: balik, aderyn: kus, oen: kuzu, saith: yedi, wyth: sekiz, naw: dokuz, deg: on, gwanwyn: bahar. Bunlar beni kesmedi diyorsanhttp://www.cs.cf.ac.uk/fun/welsh/Welsh.html

Galler ilinden gelip de sevdigimiz isimler hangileri midir? Ryan Giggs, Christian Bale, Anthony Hopkins, Vinnie Jones, Roald Dahl, Tom Jones, Bonnie Tyler, Bertrand Russell, Duffy, Jonathan Pryce ve Shakin' Stevens. Sevmedigimiz isimler Timothy Dalton, Lloyd George ve Catherine Zeta-Jones.

Soframizin bugunku mezesi Portmeirion da iste Galler'in Irlanda'ya bakan deniz kiyisinda insa edilmis yapay ama buyuleyici, nufussuz bir koy. Bu Portmeirion'u gozum bir yerden isiriyor mu dediniz degerli kezdurenler? Aferin, bakiniz Prisoner dizisi konulu yazimiza. Iste o muazzam dizi de bu kasabada cekilmisti. Neden mi? Cunku siir gibi bir mekan yapmis Sir Clough Williams-Ellis adli mimar abimiz. Sen kalk, elli sene bir koy insaatiyla ugras. Deger mi, diyeceksin Ziya? Koyune bagli, diyorum. Sasirdin gibi?

Bu saygideger mimar, Italyan Portofino'ya hayranmis, ben bunun benzerini Galler'de yapmazsam namerdim, sloganiyla 1925 yilinda basladigi projeyi 1975 yilinda 90. dogumgununde tamamlamis. Filmde de muthis bir isabetle yansitildigi gibi gercekustu bir acik hava muzesi olmus. Sanki ruyadasin. Yikilmislar Yuvasi (Home for Fallen Buildings) diye anilmasinin sebebiyse insaatinda baska mekanlardan getirilen harabelerin de kullanilmis olmasi.

Mekan tabii sohretini Prisoner dizisine borclu. Bugun dizinin resmi hayran dernegi toplantilarinin disinda, yilda 250 bin turist cekiyor bu koy tek basina. Prisoner sarkisinin anlatildigi bir belgeselde Bruce Dickinson da arsinlamis Portmeirion sokaklarini. Koyun otel, can kulesi ve tarihi kale gibi binalarinin yaninda bahceleri de meshur, manolyalari bir baska imis.

Koyun nev-i sahsina munhasir koseleri arasinda, Deudraeth Kalesi, Ladies Lodge Sokagi, Panteon, Tas Tekne, Plas Brondanw, Portmeirion Oteli ve de Tuhaf Agac yer aliyor. Benim en hosuma giden Amis Reunis adli Tas Tekne. Galiba adini eski bir mason orgutunden aliyor. Beni ceken yani, limana bitisik mimarisiyle Prisoner ile agiz birligi yapisi: Ozgurluk mittir!

Pekala, o halde baslangictaki soruya geri donersek, bulasik yikarken Galce ogrenmek mumkun mu? Benim cevabim Ziya, mumkun degil. Galce iki kelimeyi kapan bulbul olsa birbirimizi duyamazdik gurultude. Ayriyeten bak, bulasik bitiverdi ve sen yine ortada kaldin. Bazen Gollum'u hatirlatiyorsun bana.
Drws ty+

Orta Çağ’da bir sevgi kapısı

Bugünkü konuğumuz, avluların aydınlanmaya, daha önemlisi gönüllerin yavaştan ışıklanmaya başladığı bir dönemin güneşlerinden biri: dimağını rahmetle andığımız canım Albrecht Dürer.

1471 yılında, dönemin kültür kalesi Nürnberg’de doğan Dürer, Macaristan göçmeni bir kuyumcu ustasının oğludur. Tarihte eserlerini monogramla imzalayan ilk ressam olan Dürer’in monogramında isminin baş harflerinin bir kapıyı andırması, baba mesleğinin kapıcılık olmasından değil, Macaristan’ın „Ajto=Kapı“ köyünden göç etmiş olmalarındandır.

Ekmeğini önce baba mesleğinden çıkaran Albrecht zamanla görseldeki müthiş yeteneğine teslim olup kendini resim sanatına kaptırır. Her türlü malzemeye sevgi ile yaklaşan Dürer bakır oymacılığında “Şövalye, Ölüm ve Şeytan”, tahta baskıdaysa “Mahşerin Dört Atlısı” adlı eseriyle sanatının doruklarına çıkar. Bırakın kendi zamanını, ondan beş yy. sonra gergedan resmi yapan kaç isim sayabilirsiniz?

Allah var, Dürer güzel bir yaşam sürer. Değeri henüz yaşarken takdir edilen, kendisinden yetki, olanak, para eksik edilmeyen ender sanatçılardandır. Yaşadığı şehirde, hatta başka ülkelerde saygı görür, kapılar ona hep açılır. Bunu hak eden bir tabiatı da vardır nitekim.

Albrecht Dürer içindeki çocuğu hep yaşatan, anne-babasına saygıda kusur etmeyen, dünyayı gezmeyi çok seven ama babasının bir mektubuyla her şeyi bırakıp yine baba kucağına dönen şeker bir insandır zira. Yaşarken biriktirdiği dünya malı, ölümünden sonra vasiyeti üzerine karısı ve hayatta kalan kardeşleri arasında paylaştırılır. İnsanı sever, kollar.

Ressamlığın yanında matematikçiliği, mühendisliği, heykeltıraşlığı, şairliği ve başka alanlardaki ustalığıyla anılan bu çalışkan ve dahi çocuk, babacığı öldüğünde ardından şiirleri yazar da yazar. Heyhat, giden geri gelmiyor işte.

17 kardeşinin 15’i doğarken/çocukken ölen ressamın kendisi o dönem için hiç de fena olmayan bir ömür sürer, 57 yaşında muhtemelen sıtmadan ölür. Ölmeden önce kendi vücudunun portresini yapıp, koyu sarı resmettiği dalağının altına, işte buram acıyor, yazar.

Karısından çocuğu olmayan Dürer, öykülere hayat veren çizgileriyle birçok uzmanın gözünde resimli romanın babasıdır.

Dresden Galerisi’ndeki “Çarmıha Gerili İsa” konulu olağanüstü detaylı resmi 3x2 cm boyutlarındadır. 3’e 2 santim boyutlu resim yapan birinin kötü kalpli olmasına zaten ben ihtimal veremiyorum.

Kağıdın, bakırın, tahtanın üzerine fevkalade güzel izler bırakan Albrecht’in ardından söyleyecek son bir sözümüz olsun: remember the titans…

Sütcül Barbas