27 Ocak 2011 Perşembe

RÜŞTÜNÜ İSPAT ETMİŞ BİREYDEN RÜŞTÜNÜ İSPAT EDEMEMİŞ TOPLUMA


"esra erol programı özelinde yazılmış bir yazıdır"

Programa katılan “aday”lardan en çok ilgimizi çeken 20li yaşlarda olanlar. Çoğu çok genç olmasına rağmen evlenip ayrılmış ve ekserisi de çocuklu. Bundan sonra yapacağı evlilikte hatalarını tekrarlamayacağını, geçmişine sünger çekeceğini söylüyorlar. Geçmişine sünger çekerken, önceki evliliğinden olan çocuk da gürültüye gidiyor; çünkü yeni yaşam projesinde bu çocuğa pek yer yok; “velayeti karşı tarafta”, “çocuğa ablam bakıyor”, “çocuğa karşı tarafın annesi bakıyor”…

Deneyim kazandığını, yaşı genç olmasına rağmen olgun olduğunu söyleyen 20li yaşlardaki bu gençler çok ilginç bir şekilde fotokopi sözler sarfediyorlar. Hayatta en çok önem verdikleri kavramın “aile” olduğunu, evleneceği insanın da “aile”sine uygun, “iyi aile evladı” vb. olması gerektiğini vurguluyorlar. Öznel değerlerinden, iş dışında kalan vaktinde neler yaptığından, neyin onu mutlu; neyin rahatsız ettiğinden bahsetmek yerine bir “aile” bahsidir gidiyor ki sanırsınız evlenecek olan kendi değil “aile”si. Çoğu, “nasıl biriyle evlenmek istersiniz?” sorusuna ailesinin onaylayacağı ya da ailesinin önereceği biriyle diye cevap veriyor. Bu gençler, -boşanmış olanları dahil- aileleriyle aynı hanede yaşamaya devam ediyor, ekonomik olarak da ya kısmen ya da tamamen ailelerine bağımlılar. Evlilik gerçekleştiğinde de bu düzen ya tamamen ya da kısmen devam ediyor.

Motor gelişimini tamamlamış olsa da adım atmak için özgüven ve motivasyon eksikliği nedeniyle annesinin yüzüne bakıp, annesinin başını sallamasıyla onay almaya gereksinim duyan küçükle; evlilik kararı için annesinin başını sallayarak onaylamasına ihtiyaç duyan “rüştünü ispatlamış” “birey” arasında bir fark göremiyoruz. Bu arada evlilik kararı için annesinin başını sallayarak onayına ihtiyaç duyan yalnızca genç “birey” değil. Sunucunun da en büyük derdi, yaptığı işin toplum nazarındaki meşruiyet derecesi. Gayri meşru bir muhabbet tellallığından meşru bir yuva kurucuya geçmek, “aile” büyüklerinin dualarıyla, Allah rızasıyla, hatta Allahın emri peygamberin kavliyle mümkün. Bu meşruiyetin sağlanması için ihtiyaç duyulan en başat şey anne-baba ya da büyüklerin onayı. Anne-babadan gelecek telefonla ağzı kulaklarına varan zavallı sunucu bir anda müptezel bir muhabbet tellallından âli bir yuva kurucuya dönüşüyor. Beklenen meşruiyet vesikası “aile” ile yapılmış bir telefon bağlantısının “alo” tonu. Telefonda “aile” büyüğü yorum yapmıyor; karar veriyor ya da en iyi ihtimalle “kendisine bırakıyorum” diyor ve alt metninde “olmaz” yazan mesajı çakıyor. İşin ilginç tarafı da “aile” ile ilgili takıntının sadece 20li yaşlarını süren genç “birey”lerde değil orta yaş ve hatta orta yaş üstü “birey”lerde dahi devam ediyor olması.

Bu arada sunucu kızın görünümü, kostümü -bütünüyle sunumu- yaptığı işle müsemma bir mahiyette: frapan ve dekolte. Bu görüntü de aradığı meşruiyet referansıyla tezat kuran bir görüntü aslında. Faziletsiz bir iş olan muhabbet tellallığını anne-babanın telefonuyla bertaraf ederek muteber konuma yükselen zavallı sunucunun meşruiyet kazanmakta başvurduğu –“aile”den ve “aile”nin hayır dualarından başka- üç önemli kategori daha mevcut: toplum-kesiti seyirci, stüdyoda hazır bulunan bir ilişki ve aile terapisti ve tabii bir avukat. Ailenin onayı alınırsa sunucu stüdyoya dönüyor -bu iş olur mu olmaz mı- diye seyirciye soruyor, sonra terapist/biliminsanı, kişilik ve ilişkinin derinlemesine analizini yapıyor, avukatın da uzman görüşü alınıyor ve en ufak bir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde kutsal yuva kurulma evresine kadar geliyor. Her 3’ünden 2’sinin boşanma ile sonuçlandığı kutsal “evlilik” kurumunun, boşanma ile sonuçlanmayanı ise, ruhsal ve fiziksel şiddetin, ensest/istismarın, kadın ve çocuğun maddi/manevi sömürüsünün yeniden üretildiği bir sürece dönüşüyor.
Sunucunun programı kapatma cümlesi de manidar: “Allaha emanet olun”

ZEYNEP YENİGÜL

9 Ocak 2011 Pazar

Baskasinin Karisi

Klasiklerden okumadiginiz eserler varsa aman bunu sagda solda agzinizdan kacirmayin der babam. Balzac okumadiginizi duymasinlar, mahcup olursunuz! Olgunlugun bir tanimi buyuklere artan oranda hak vermekse, olgunlasiyoruz.

Iyi de klasik deyince, ne giriyor icine, eskiden yazilanin hepsi klasik mi oluyor? Iste Ziya, bu sorunun cevabini bugun bir nebze vermeye calisacagiz.

Fyodor Mihaylovic Dostoyevski Moskova'nin insanliga hediye ettigi en buyuk deger olabilir. Yirmili yaslarinda yazdiklariyla toplumun karsisina cikan, ancak ilk eserleri ile umdugunu bulamayan yazar bir gun siyasi sebeplerle hapse duser, daha dev olmamisken kursuna dizilmeye mahkum olur. Sansina, veya sansimiza diyelim, cezasi Sibirya'da surgune cevrilir. Sayili gun dedigin gecermis. Donunce yine yazmaya baslayan Dostoyevski'nin eserleri giderek kitleleri buyuler. Ornek insan degildir, kumar tutkunudur falan ama yazma sanatindaki ustaligi o kadar saygi uyandirir ki, cenazesinde o tarihe gore muazzam sayida insan, 30 bin kisi tabutunun arkasindan yurur.

Ben Suc ve Ceza'yi okumaya calistim, okuyamadim. Belki cevirisi cok kotu oldugu icin. Dostoyevski'ye kusmeyeyim deyip sonra Karamazof Kardesler'i aldim elime. Cok begendim. Yani yabanci yazarlar hakkindaki hukumlerimiz onemli oranda cevirmen kalitesiyle ilintili olabilir. Lutfen atlamayalim bunu ve yabanci yazarlarin mumkunse en az iki eserine firsat taniyalim. Bu vesileyle ben ibreyi, az okunduguna inandigim, Dostoyevski'nin ilk, yani basarisiz bilindigi, surgun oncesi doneminden bir oykuye cevirmek isterim.

Baskasinin Karisi adli bu oykunun beni hayretler icinde birakan yani su: Bu kadar hizli ilerleyen bir cagda, doyumsuzlugun tavan yaptigi, hic bir seyin bizi kesmedigi bir duzenekte, nasil olur da 1848'de yazilan bir oyku bu kadar komik gelebilir, her satiriyla beni puskurtebilir? Bu tuketim hizi nasil olur da bazi eserleri iskalar, sorusunun cevabi iste: Klasik...

Kiskancligin insani ne hale dusurebilecegini isleyen bu eser aslinda iki bolumden olusur. Ikinci kisim "Yatagin altinda bir koca" diye de anilir. Oykumuz, sokakta iki yabanci arasinda bodoslamadan baslayan bir diyalogla acilir. Orta yasli olan genc olanindan bir konuda bir ricada bulunacaktir:

- Elimden gelirse... Eee, ne istiyorsunuz?
- Siz, belki de para istedigimi saniyorsunuz.
- Aman efendim, rica ederim...
- Hayir, sizi rahatsiz ettigimi biliyorum. Bagislayin, n'olur. Kendimden nefret ediyorum; beni bunalimli bir ruh durumunda gordugunuzu varsayin; hatta delice bir ruh durumunda... Bundan, kotu bir sonuc cikarmayin...
- Ama biz asil konuya gelelim... asil konuya!
- A! Demek oyle! Bu denli genc bir adam olan siz, sanki saskin bir cocukmusum gibi bana asil konuyu animsatiyorsunuz! Ben aklimi butun butun kacirdim! Dogru soyleyin, beni bu duskun durumumla nasil buluyorsunuz?

Isin ozeti, Ivan Andreyic karisinin onu aldattigindan supheleniyordur. Bu suphe icini kemirmektedir, ancak kiskancligindan utandigi icin, takibinde oldugu kadinin bir baskasinin "surada, Voznesenski Köprüsü'nde bekleyen arkadasi"nin karisi oldugunu soyler. Suc ustu yapmakta yabancidan yardim istiyordur gorunuste. Esasen, icinde kopan firtinalari birine acmalidir.

Ikinci bolumde kiskanc koca Ivan Andreyic karisini basacagina inandigi bir baska mekanda dairenin birine daliverir. Yabanci bir kadinin yatakodasina girdigini fark ettigi sirada kadinin epeyce yasli kocasi da odaya girmek uzeredir. Ani bir kararla kendini yatagin altina atan Ivan Andreyic bir de bakar ki yatagin altinda yalniz degil. Kadinin asigiyla aralarinda yine bir parodi baslar, yasli kocanin agir isiten kulaklarindan cesaretle:

- Beyefendi, biraz oteye cekilseniz ne olur sanki!
- Iyi ki soylediniz! Nereye gideyim sanki? Yer yok ki!
- Amma da acimasizsiniz! Buraya sigisamiyorum. Boyle acikli bir duruma ilk kez dusuyorum.
- Ben de boyle sizin gibi biriyle ilk kez yan yana bulunuyorum.
- Ama, delikanli...
- Susun!
- Susayim mi? Cok kaba davraniyorsunuz delikanli... Sanirim siz cok gencsiniz; ben sizden daha yasliyim.
- Susun!
- Beyefendi, kendinizi yitirmeyin! Kiminle konustugunuzu bilmiyorsunuz siz!
- Karyola altinda yatan bir adamla.

Sohbet devam edip giderken kadinin minnacik kopegi yabancilarin kokusunu alip yatagin altina dogru hirlar. Ivan Andreyic de sinir krizine girerek kopegi bogar ve tabii akabinde ortaya cikmak zorunda kalir. Bereket, yasli adam hosgoruludur, Ivan Andreyic'i birakir. Kiskanc koca evine dondugunde karisini orda bulur, olu kopegi de yanlislikla cebinde eve getirmistir. Dostoyevski ruhen cokmekte olan adami orada birakip oykuyu soyle tamamlar: Kabul edin ki, kiskanclik bagislanmaz bir kusur, hatta bir beladir.

Simdi Ziya, iki asir oncesinin algilariyla yazilan bu eseri sirtlanin biri bugun tiyatroya uygulasa, Ivan Andreyic rolunde talihi kor bir vatandas sahne alsa, oykunun basindaki genci bir kemik torbasi, yatagin altindaki asigi da bir zeytin canlandirsa, senle ben oyunun sonunda hem aglar hem gule hem alkislariz ya ayakta. Iste klasik, o demek. Turnusolun bu olsun.

Paul de Kock