
"esra erol programı özelinde yazılmış bir yazıdır"
Programa katılan “aday”lardan en çok ilgimizi çeken 20li yaşlarda olanlar. Çoğu çok genç olmasına rağmen evlenip ayrılmış ve ekserisi de çocuklu. Bundan sonra yapacağı evlilikte hatalarını tekrarlamayacağını, geçmişine sünger çekeceğini söylüyorlar. Geçmişine sünger çekerken, önceki evliliğinden olan çocuk da gürültüye gidiyor; çünkü yeni yaşam projesinde bu çocuğa pek yer yok; “velayeti karşı tarafta”, “çocuğa ablam bakıyor”, “çocuğa karşı tarafın annesi bakıyor”…
Deneyim kazandığını, yaşı genç olmasına rağmen olgun olduğunu söyleyen 20li yaşlardaki bu gençler çok ilginç bir şekilde fotokopi sözler sarfediyorlar. Hayatta en çok önem verdikleri kavramın “aile” olduğunu, evleneceği insanın da “aile”sine uygun, “iyi aile evladı” vb. olması gerektiğini vurguluyorlar. Öznel değerlerinden, iş dışında kalan vaktinde neler yaptığından, neyin onu mutlu; neyin rahatsız ettiğinden bahsetmek yerine bir “aile” bahsidir gidiyor ki sanırsınız evlenecek olan kendi değil “aile”si. Çoğu, “nasıl biriyle evlenmek istersiniz?” sorusuna ailesinin onaylayacağı ya da ailesinin önereceği biriyle diye cevap veriyor. Bu gençler, -boşanmış olanları dahil- aileleriyle aynı hanede yaşamaya devam ediyor, ekonomik olarak da ya kısmen ya da tamamen ailelerine bağımlılar. Evlilik gerçekleştiğinde de bu düzen ya tamamen ya da kısmen devam ediyor.
Motor gelişimini tamamlamış olsa da adım atmak için özgüven ve motivasyon eksikliği nedeniyle annesinin yüzüne bakıp, annesinin başını sallamasıyla onay almaya gereksinim duyan küçükle; evlilik kararı için annesinin başını sallayarak onaylamasına ihtiyaç duyan “rüştünü ispatlamış” “birey” arasında bir fark göremiyoruz. Bu arada evlilik kararı için annesinin başını sallayarak onayına ihtiyaç duyan yalnızca genç “birey” değil. Sunucunun da en büyük derdi, yaptığı işin toplum nazarındaki meşruiyet derecesi. Gayri meşru bir muhabbet tellallığından meşru bir yuva kurucuya geçmek, “aile” büyüklerinin dualarıyla, Allah rızasıyla, hatta Allahın emri peygamberin kavliyle mümkün. Bu meşruiyetin sağlanması için ihtiyaç duyulan en başat şey anne-baba ya da büyüklerin onayı. Anne-babadan gelecek telefonla ağzı kulaklarına varan zavallı sunucu bir anda müptezel bir muhabbet tellallından âli bir yuva kurucuya dönüşüyor. Beklenen meşruiyet vesikası “aile” ile yapılmış bir telefon bağlantısının “alo” tonu. Telefonda “aile” büyüğü yorum yapmıyor; karar veriyor ya da en iyi ihtimalle “kendisine bırakıyorum” diyor ve alt metninde “olmaz” yazan mesajı çakıyor. İşin ilginç tarafı da “aile” ile ilgili takıntının sadece 20li yaşlarını süren genç “birey”lerde değil orta yaş ve hatta orta yaş üstü “birey”lerde dahi devam ediyor olması.
Bu arada sunucu kızın görünümü, kostümü -bütünüyle sunumu- yaptığı işle müsemma bir mahiyette: frapan ve dekolte. Bu görüntü de aradığı meşruiyet referansıyla tezat kuran bir görüntü aslında. Faziletsiz bir iş olan muhabbet tellallığını anne-babanın telefonuyla bertaraf ederek muteber konuma yükselen zavallı sunucunun meşruiyet kazanmakta başvurduğu –“aile”den ve “aile”nin hayır dualarından başka- üç önemli kategori daha mevcut: toplum-kesiti seyirci, stüdyoda hazır bulunan bir ilişki ve aile terapisti ve tabii bir avukat. Ailenin onayı alınırsa sunucu stüdyoya dönüyor -bu iş olur mu olmaz mı- diye seyirciye soruyor, sonra terapist/biliminsanı, kişilik ve ilişkinin derinlemesine analizini yapıyor, avukatın da uzman görüşü alınıyor ve en ufak bir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde kutsal yuva kurulma evresine kadar geliyor. Her 3’ünden 2’sinin boşanma ile sonuçlandığı kutsal “evlilik” kurumunun, boşanma ile sonuçlanmayanı ise, ruhsal ve fiziksel şiddetin, ensest/istismarın, kadın ve çocuğun maddi/manevi sömürüsünün yeniden üretildiği bir sürece dönüşüyor.
Sunucunun programı kapatma cümlesi de manidar: “Allaha emanet olun”
ZEYNEP YENİGÜL