28 Ağustos 2010 Cumartesi

Basarisiz Sairimiz

Cumhuriyet tarihinin layigini bulamamis enteresan kisiliklerinden biri, 1931 yilinda "S.O.S." adli bir siir kitabi cikaran Ercument Behzat Lav beyefendidir. Nazim Hikmet'in kismetsizidir bir bakima. Gonul mezarina cicek konulmayan aydinlardandir. Siyasi kampa girmezsen boyle olur iste. Dadaist'e, Gercekustucu'ye verecek kizi yoktur nitekim bu topraklarin.

Toplum, sevdigi ustadi bagrina basar. Geri kalani Kezduren basar bagrina. Iste Turk siirinde ironizmin ilk temsilcisi olarak anilan ve bu satirlarda kucaklama curetini gosterdigimiz Lav'in yasam macerasi Istanbul'da 1903'te baslayip 1984'te sona erer. Toplumsal sairdir, serbest olcuyu de Nazim'dan once uygulamistir Lav. Ama Turk siiri elestirmenlerinin uvey evladidir.

Lav'in sevilmemesinin bir nedeni (Nazim'dan farki) ideolojik angajmaninin olmamasidir. Adaletsizlige sitem eder, ilericidir, biraz da nihilisttir, ancak bu devrimsel ozelliklerine politikayi eklemedigi icin ayni devirde proleteryayi siire sokan Nazim'in golgesinde kalir, "yuzeysel" bulunur. Sagci da degilsin, solcu da degilsin, kafana gore yaz baba yaz, oldu mu!

Daha buyuk bir kusuru da vardir: Osmanli'ya kufredip yeni ifade tarziyla cagdas gorusler ileri surmesi sebebiyle yer yer Kemalist addedilir. Oguz Atay icin kullanilan "Kemalizm'in delisi" ifadesi siirde Lav icin sikca kullanilir. Menemen'in ukdesi de etkili olmus olabilir bu kinde. Karagoz oyunlarini yeni zihniyetle kaleme almasi, ornegin disi agriyinca Hoca'ya giden Karagoz'u Hacivat'a piyeste azarlatmasi da gerekce olmus olabilir.

Elestirmenlere gore elitizmi abartmistir, dunya meselelerine falan kafa yorar Lav. Hele hele Afrika halklarinin emperyalist guclerce somurulmesini siirine konu etmesi ne tuhaf bir istir oyle... Sen kalk kendi toplumunu birak, Afrika'nin yamyamlarinin acilarini isle! Bak simdi su siire bak:

INCIL VE TOPRAK

Siz beyazlar dogdugunuzda
Bir Incil'iniz vardi yalniz
Bizimse topragimiz
Simdi bizim Incil'imiz var
Sizinse topraginiz!..

Lav, aydinlanmaci cumhuriyet ruhunun iftihar etmesi gereken bir aydindir. Turkiye'de radyoculugu baslatan ekip icinde yer alir. Sebepsiz degil hani: Sairliginin disinda okullu bir aktordur. Berlin'de tiyatro egitimi almis, Darulbedayi'de aktorluge adim atmistir. Yesilcam'in ilk opusme sahnesinde Muhsin Ertugrul'un "Bir Millet Uyaniyor"da te 1932 yilinda Emel Riza ile opusmustur (1932). En cok hatirlandigi film, ayni yonetmenin "Karim Beni Aldatirsa" filmindeki Orhan roludur. Filmin senaristi de Nazim bu arada.

Sinema macerasindan ziyade Turk tiyatrosuna verdigi emeklerle hatirlanan Lav, Cuneyt Gokcer'i kesfeden kisi olabilir. Orhan Veli'ye de oyunlarinda rol vermistir. 1950 yilinda Istanbul Konservatuvari'nda tiyatro ve bale bolumlerini kurmadan evvel kendisi Kezduren'in ebedi konuklarindan Cahide Sonku'nun karsisinda ve Muhsin Ertugrul yonetiminde bircok oyunda sahne almistir. Tiyatro yeteneginin takdir edildigi Almanya'dan konferans verme davetleri almis ancak siyasi nedenlerle pasaport verilmeyince oturmustur oturdugu yerde. Robespierre'i oynayacagi Danton oyunu da yasaklandigi icin sahne alamaz mesela. Ideolojisi siyasilerce sakincali bulunmakla birlikte yeterince politically incorrect bulunmuyor ki basarisiz sair adlediliyor.

Kezduren, toplumun bagrina bastigi evlatlari hor gorecek gonle sahip degil elbet. Orhan Veli de, Nazim da, Sait Faik de bizim goz bebegimiz. Onlarin kiymetini dusurmekten, hasa, istigfar ederiz. Ancak basarisiz sairlerimizi bagrimiza basmayi da seref addederiz. Basarisiz da olsa bizimdir cunku...

Sergei Cukka

19 Ağustos 2010 Perşembe

Kardeslerime Dokanma

Ecnebiler "portmanto" der, iki kelime birlestirilerek uydurulmus isimler vardir. Brunch gibi, smog gibi. Iste adi bu suretle uydurulmus bir ulkede bir corba icemeden olecegiz muhtemelen: Tanzanya'da mesela.

Tanzanya, hakkinda cok sey bilinip de bilinmiyor sanilan, "aa, o o muydu!" nidasiyla karsilanan ulkelerden biridir. Ulkenin kara bolumunu olusturan Tanganika ile Zengibar takim adalarinin ismi kaynasarak Tanzanya'ya can vermistir. Zencilerin sahili anlamina gelen, orjinal Farsca adiyla Zangi Bar, ecnebilerin tabiriyle Zanzibar, Siraz kokenli Iran'li gocmenlerce kurulup, zamaninin en buyuk kole pazarlarindan biri olmustur. Axl Rose'un, ardindan "Hayatta daha buyuk bir ogretmenim olmadi" dedigi Freddie Mercury Zanzibar dogumludur ve ozgun adi Faruk'tur. Ada %99 Musluman oldugu halde Faruk'un kendisi Zerdust'tur koken olarak. Sonradan neye inandi bilemem.

Biliyorsunuz, ilk insanlar zenciydi. Hatta bazi teorilere gore dunyanin yerlileri zencidir. Bu yaklasima gore Sari Irk Mars'tan, Beyaz Adam da Alfa Santori'den gelmistir. Iste Tanzanya'da bulunan fosiller en az iki milyon yilliktir. Uzaydan gelenler fikrine sempati duyan biliminsanlari Afrika'nin dogusundaki Misir-Tanzanya hattinin, batida Meksika'nin doguda da Cin'in Pasifik okyanusu kiyilari arasinda yer alan kara dunyasinin cografi olarak ortasinda yer aldigina dikkat cekmeyi de ihmal etmezler.

Tanzanya siyaseten gelenin vurdugu, gidenin caktigi topraklara yayilir. Persler, Araplar, Portekizliler, Almanlar, Ingilizler ve Belcikalilar, zamaninda Ibn-i Batuta'nin hic de cagdisi olmadigini yazdigi Svahili medeniyetini duzlemislerdir maalesef. Somurgecilerin biraktigi toplumsal enkaza bakan, Tanzanya'da nasil bir denge oldugunu algilamakta gucluk cekebilir. Sinirlari icerisinde 126 etnik grubu barindiran Tanzanya'nin resmi dili nedir, bilmenize imkan yok. Nitekim oyle bir sey de yok.

Yanlis okumadiniz, Tanzanya'nin resmi dili yok, herkes bildigini okuyor. Bu da tabii, Tanzanya'yi somurgeci ulke dilini kullanmayan ender Afrika ulkelerinden biri yapiyor. Peki gitmeden hangi dili ogrensek de adamlarla iletisim kurma sansimiz yuksek olsa, derseniz cevap Svahili'dir. Svahili, Arapca'da "sahildekiler" anlamindaki "sevahil"den turemistir. Svahili'de bircok kelime Arapca'ya oykunerek "-i" takisiyla biter. Habari? (N'aber?), rafiki (arkadas), daktari (doktor), safari (yolculuk) kelimelerindeki gibi. Yani bizim Salih gitse pek zorlanmadan cat pat anlasir. Bir Freddie ile benzerlikten dolayi zorlanabilir, adamlar duyduguma gore "bize ters" diye aniyorlarmis koskoca sanatciyi. Ne var "Ben bir kaltagim" demisse?

Efendim, niye Tanzanya, mi buyurdunuz? Bugun Afrika'nin en hasmetli tabiat alanlari, handiyse bastan basa bir dogal park olan Tanzanya'da degil mi? Serengeti diyorum, Klimanjaro diyorum, Ngrongoro Krateri, Victoria Golu, hadi onu gec, Tanganika Golu, Kalambo Caglayanlari, Gombe Ulusal Parki, yani hangi birini sayayim, hepsi birbirinden ender guzellikler. Insanoglu bir gun akillanip bir temsilci heyeti ile tabiat anadan usturuplu bir bicimde ozur dilemek istese bu topraklar o is icin bicilmis kaftandir.

Serengeti Milli Parki, Afrika'nin en cok aslan bulunan bolgesidir, siyah gergedanin da anavatanidir. 1,5 milyon Afrika Antilopu ve 250 bin Zebra her yil bu savanada goc eder. Gelmis gecmis en unlu doga belgeseli buyuk ihtimalle "Serengeti Olmesin"dir. Gombe Parki desen, ha keza meshur Dr. Jane Goodall'in yarim yuzyildir sempanzelerin davranislarini inceledigi yerdir. Dr. Goodall sempanzelerin kisiligi oldugu teziyle bilim dunyasini hayret ettirmistir. Once bizden daha munis oldugunu sandigi sempanzelerin duruma gore ne kadar acimasiz oldugunu gorunce kendi de hayret etmistir.

5900 m. yukseklikteki Klimanjaro sadece Afrika'nin en yuksek dagi degil, mustakil daglar icinde de dunyanin bir numarasidir. Afrika'nin en derin golu Tanganika da benzersiz bir balik cennetidir. Tanzanya'nin bu muazzam tabiat degerleri dunya sanatina ilham da vermistir. Hemingway'in yazdigi Klimanjaro'nun Karlari'nda Peck ve Gardner oynamis, John Huston'in Afrika Kralicesi'nde de Bogart ve Hepburn rol almistir. Bogart'in Oskar aldigi tek filmdir. Bazi sahneler de Turkiye'de, Dalyan'da cekilmis. Haydaaaa...

Acik havada Klimanjaro'nun zirvesinden onbinlerce kilometrekarelik bir alani ciplak gozle gorebilmek mumkun diyorlar Ziya bey. Ne kadar cok yasam bitiyor o duzluklerde, ne cogu da basliyor o vesileyle kasla goz arasinda! Kendini bu dunyanin agasi sanan insanoglunun su kibrini atmak icin dunyanin zirvesine cikmasi sart m'ola? Leopar istirsin kaba etlerimizden e mi!

Abdusselam Marsi

13 Ağustos 2010 Cuma

Imtiyazsiz Alacakli

Bir kere yuz yuze gorusme firsatim oldu onunla, Ankara'da ofisinde ziyaret etmistim, 10-15 sene evvel. Ekonomik anlamda iflas etmis, yahut belki de hic var olmamis bazi yoreleri kalkindirma projelerini kisaca anlatmisti ki Koytur bunlardan biri idi. Bir koyu arici, oburunu halici yapip ayaga kaldiriyorlardi ulkenin dort bir yaninda. Yerde bir hali vardi ofisinde. Onu gostermisti, gozleri dolu dolu, ayaga kaldirdiklari bir koyun eseri olarak. Ayagimi cekiverdim ustunden, basmaya utandim gibi bir sey diyelim.

1957 yilinda Tarsus Amerikan Koleji'nden mezun olup, 1961'de Robert Kolej (o donemin Bogazici Universitesi) Kimya Muhendisligi bolumunu bitiren Altan Zeki Unver yuksek lisans egitimini Texas Universitesi'nde Ekonomi ve Kimya Muhendisligi bolumlerinde tamamlar. 3,632,656 no'lu ABD patentinin sahibi olur, genc yasta basarili bir kariyere adim atmistir, ama kalbinin sesini dinleyip ulkesine doner ve 1969'da Turkiye Kalkinma Vakfi'ni kurar. Temel hedefleri, koylere aile planlamasini getirmek, koyleri ekonomik olarak verimli uretim yerleri haline getirerek kalkindirmak ve Dunya Bankasi / BM isbirligiyle butun bu ayaga kaldirma surecine fon bulmaktir.

Basindan beri tutkusu da budur zaten. Robert'te Turkiye Calisma Kamplarini Tesvik Dernegi'ni kurar. Bu dernekteki arkadaslariyla 1959-64 yillarinda Kayseri'den Antep'e, Kars'tan Tekirdag'a bircok sehrin kirsalinda okul, yol, kanalizasyon, vs. insaatlari gonullu gerceklestirir. Projeler icin dort bir yanda destek arar ve bulurlar: Misal, Karayollari'ndan kamyon koparilir, ODTU'den mimari plan, Milli Egitim'den para, Orman Bakanligi kalas verir, sagdan sut, soldan cimento, ne lazimsa iste yaratirlar. Bu surecin kilit unsurlarindan biri de kentsoyluyu koyluyle tanistirmaktir.

Amerika donusu Tarsus Amerikan Koleji'nde ogretmenlik yaptigi donemde Sosyal Hizmetler Klubu'nu kurar. Tarsus'un koylerine mobil kutuphane ve saglik hizmetleri goturulur, aile planlamasi egitimleri verilir, yuva yasindaki cocuklarla ilgilenilir. Koylulere fakirligin, geri kalmisligin kader olmadigi gosterilir. Pilic uretimi, aricilik ve sut urunlerine yonelik egitimler verilir, cevre isadamlarindan fon yaratilir. Bu klup calismalari TKV'nin kurulmasina giden yolu acar bir yerde.

TKV ilk solugu Tarsus'un dag koylerinde alir. Adiyaman, Gumushane, Siirt, Van, Sinop, Eskisehir, Kayseri, Sirnak, Ordu, Bolu ve daha nice sehirlerin kirsal alanlari TKV projelerinden faydalanir. Projelerin en buyugu Koytur bir donem pilic uretiminde Turkiye'nin bir numarasi olur, Lades markasiyla o donemde gonullerde de yer eder. Ilerleyen yillar Koytur'u de TKV'ni da bitirir, gercek olamayacak kadar guzel olan her macera gibi bu maceranin da sonuna gelinir. 2003'te iflas eden Koytur herhalde 2005 yilinda yasama gozlerini kapayan Altan Unver'in de en buyuk yarasi olsa gerek.

Isin acisi Ziya, halk adina hareket edenlere sorsan yerden yere vururlar bu isleri. Bu dunya boyledir iste. Adam gencliginin baharinda, tasi siksa suyunu cikaracakken, dunyanin en iyi sirketlerinde ise girebilecekken bos verip koylunun kapisini calar, kanalizasyon borusu doser, kahvede oturan koyluyu arici yapar, amma isleri, kurdugu vakif halkcilar tarafindan nasil tanimlanir bil bakalim: "... temel islevi kirsal alanlardaki nufus artisi ve pahaliligin yarattigi hizli proleterlesmenin toplumsal bir patlamaya donusmesini engellemek icin aricilik-tavukculuk, sutculuk gibi kucuk mulkiyete dayali uretim birimleri kurmak, tekelci burjuvaziye yeni pazar olanaklari yaratmak ve propaganda idi".

Iste 50'lerde Amerikan Koleji'nden mezun olup omrunu toz toprak icinde dag koylulerine yasama hakki saglamaya calismakla gecirmeyi boyle andigi icin Sol Turk halki ile asla barisamamistir ve barisamayacaktir da. Isi propaganda, dedigi adam Ankara'da "yalnizlik" icinde olur gider, eski dostlarindan bir Mete Akyol katilir cenazesine. Tekelci burjuvazinin bir isi cikti herhalde.

Evet cok yakindan tanimadim kendisini. Sevabini, gunahini cok iyi bilemem. Ama kisitli bilgimle o gun yanindan ayrildiktan sonra soyle dusunmustum: Bugun bir kahramanla tanistim. Insanimizi somurenlerle bu somuruye isyan etmek disinda bir halt etmeyen kerameti kendinden menkul sozde solculara ayni mesafede, apayri bir deryada, her zaman eli tasin altinda bir abi olarak anmak istiyorum ben Altan Unver'i. Tek basina bir koy enstitusu olarak canlandiriyorum gozumde. Yaniliyorsam da yanilayim, sanki bu ilk.

Rivayete gore Seytan dagin basinda Isa'nin karsisina cikar. Tanri dedigin kadar buyukse atla surdan asagi da kurtarsin bakalim seni gucu yetiyorsa, der. Isa da buna cevaben, cekil Seytan, der ve yoluna devam eder.

Sergei Taylandov

20 Temmuz 2010 Salı

Cin Kervani

Gunesten bir ruzgar eser, dunyaya varir, yesil olur, kirmizi olur, buyulu bir ezginin ritmine ayak uydururcasina danseder. Kuzeyde aurora borealis, guneyde aurora australis diye anilir bu, manyetik kutup bolgelerinde gece gorulen dogal isimalar. Cree halkinin Ruhlarin Dansi diye andigidir.

Kuzey ruzgari istikametinde manabai'wok (devler) yasar, diye basliyor bir eskimo efsanesi. Yaslilarimizdan duyduk onlari. Dostumuzdur manabai'wok, ama artik onlari goremiyoruz. Usta avci ve balikcilardir. Mizraklariyla ve mesaleleriyle balik avina ciktiklarinda biliriz, uzerlerindeki gokkubbe de isil isil olur zira, diyor.

Aurora Borealis (kuzey isigi) Fince'de Revontulet (Tilki Alevleri) tabir edilir. Eski bir Fin efsanesinin kahramani kutsal bir tilki, kuyruguyla karlari havaya dogru serpistirdikce ortaya cikan isik dansina oykunulur.

Kezduren sofrasina daha once misafir ettigimiz Sami halki, bu fenomeni olmuslerin ruhuyla izah eder. Isik oyunlari ruhlarin sahne aldigi bir kutsal musameredir. Musamere canlilar tarafindan saygi ve ciddiyetle karsilanmalidir, cocuklar cevvalliklerine ara vermelidir. Vermezlerse gotlerine tokadi yerler, zira Goksel Isik dansina saygisizlik edenleri bekleyen, kor talih, hastalik ve dahi olum olabilir.

Bu fenomeni layikiyla karsilayanlarin ise pozitif bir enerjiden istifade edecegine inanir Sami halki. Ornegin cetin toplantilar icin muthis bir zamanlamadir, cunku canlilarin ruhu uzerinde yumusatici bir etkisi vardir. Barisma vesilesidir, gurur kiliciyla ayri dusmus gonullerin vuslatina basamak olur bu nur nehirleri. Hatta, samimiyetle, alip basimi gidecem bu diyarlardan bir gun, diyenlerin isik oyunu altinda islik calarak isiklari kendine cektikleri ve isiklara karisarak gayba intikal ettigi dahi rivayet edilir.

Kuzeyli baska folklorlerde de hakettigi yeri almistir, aurora borealis. Norves ve Iskoc kulturlerinde danseden cariyeler olarak anilirlar. Bir Gronland efsanesi bu fenomeni dogumda olen cocuklarin ruhuna atfeder. Kimi Eskimo kabilelerine gore danseden insan ruhlaridir, kimilerine gore ise hayvan. Kimi halklar dusmanlarin intikam atesiyle yanan ruhlari diye yorumlayarak cekinmislerdir bu buyulu manzaradan, kimileri ise, savasta olen yigitler icinde en babayigitlerini Odin'in yanina almak uzere secme gorevini ifa eden Valkür perilerinin mesaleleri diye.

Big Fish filminde, babasinin her olayi bir oykuyle susleyerek oldugundan farkli anlatmasindan bikmis usanmis, gercek hasretiyle yanip tutusan genci bir gun aile doktorlari kenara ceker, sen nasil dogdun biliyor musun, diye sorar. Babam yakalanmasi mumkun olmayan bir balik yakalamis o gun, yuz bin kere anlatti, cevabini alinca, o oykuyu kastetmiyorum, gercekten nasil dogdugunu biliyor musun, diye sorar doktor. Karsisindaki heyecanlanir, fakat nafile, cunku doktor ona babasinin dogumda is seyahatinde oldugunu ve son derece siradan bir dogum yasandigini anlatir. Gercek bu, al simdi bunu bir tarafina, mesajini verir bu vesileyle yasli doktor.

Evet, saatte 2 milyon km hizla gunesten uzaya yayilan isinim parcaciklari dunyaya yaklastiklarinda dunyanin manyetik alani tarafindan cezbedilir ve manyetosferde bir suru baska parcacikla kafa tokusturmak suretiyle yogun elektrik yuklendikten sonra isbu enerjiyi geri verme surecinde yesil ve kirmizi sua olarak beseri goze carparlar ve buna da kutup isiklari denir, seklinde bir izahati da var bu fenomenin Ziya.

Var amma, fersiz ziyayi neyleyim yaren? Gel o halde, oyle bir isim verelim ki, bir Ziya, bir Serkan, otesinin gonlu bize luks, desinler ardimizdan...

Bir Ziya Bir Serkan

23 Nisan 2010 Cuma

Lizzie'nin Mezartasi Yazisi

Sosyalizmin sorunu neredeydi? Bu soruya "Adindaydi" cevabini veren bircok kisi var, ama bilerek, ama bilmeden. Bilerek cevap verenlerden biri de Amerikali sosyalist yazar Upton Sinclair. 1934 yilinda Kaliforniya valilik seciminde aday olan Sinclair'e kulak verelim: "Sosyalist listeden aday oldugumda 60 bin oy alirken, 'Kaliforniya'da Yoksulluga Son!' diyerek 879 bin oy aldim. Amerikan halki sosyalizimi sececektir ama bu isimle degil."

Upton Sinclair ABD'de yasamis, dunyayi, hic olmazsa ulkesini degistirmeye calismis bir sosyalisttir. Sonradan nedense yanan sosyalist bir koloniyi dahi kurmus rivayete gore. Yazar, ilk olarak orjinal adi The Jungle olan, dilimize Chicago Mezbahalari adiyla cevrilen kitabiyla unlenmistir. Bu kitabi yazmak icin isci kiliginda mezbahalara girmis ve orada hukum suren insanlik disi calisma kosullarini roman yapmis, kitabin bir kopyasini da Baskan Roosevelt'e postalamistir. O donemde ortaligi ayaga kaldiran roman uzerine yasalar cikarilarak ilgili kosullar duzeltilmeye calisilmistir.

Bir yoruma gore Sinclair arastirmaci gazeteciligin babasidir, ilhamidir. Almanya'yi biraz bilenler, benzer bir cizgiyi halen hayatta olan Günther Wallraff'ta animsayacaklar. Wallraff yabanci iscilerin Almanya'da cektigi cileyi ortaya cikarmak icin 80'lerin basinda Türk isci kiliginda cesitli isyerlerine girip deneyimini En Alttakiler kitabiyla kamuoyuna aktarmisti. Babasinin bir Ford iscisi olmasi kaderin bir cilvesi olabilir mi acaba?

Gelin biz yine Sinclair'e donelim. Yazarin dilimize Sanayi Krali adiyla cevrilen, orjinal adi The Flivver King olan romanini mercek altina alalim. Ingilizce ogreten bir Ingiliz arkadasa yahu bu Flivver ne demek, sorusunu yonelttigimde cevabi, nece ki o, olmustu. Meger Amerikan argosuymus, eski model, ucuz, kucuk araba demekmis. Ilk, Tin Lizzie (yillar sonra ogrendik Thin Lizzy nereden cikmis) diye de bilinen Ford'un T modeli bu isimle anilmis. Dilimize kabaca "kulustur" seklinde cevirebilsek de bu kavramin ceviride yarattigi edebi ve felsefi boslugu doldurmak epey zor. Nedenini merak ederseniz, sabirli olun, bu metinde o sizi bulacaktir nasilsa.

Sanayi Krali, Henry Ford'un imparatorluk kurma oykusunu hayali bir iscinin uydurulmus yasam oykusuyle donusumlu olarak anlatir. Bariz mesaji, fabrika duzeninin, kayan bantin, vesairenin meslek erbabligini oldurdugudur. Genel ekonomi icin olumlu gibi gelse de aslinda insanligi ekarte edip robotlugu toplumsal hayata meslek kisvesinde sokan ucube bir cozumdur bu akim. Ve maalesef dunyaya hukumdar olur. Ote yandan bence Henry Ford'un deneyimi daha ilginc bir mesaj tasimaktadir goren gozlere: kral olmanin bedelini.

Romanin basinda "Sokagin asagisinda bir adam var, atsiz yuruyen bir araba yaptigini soyluyor" cumlesiyle Henry Ford'un mucit ruhu mujdelenir. Henuz saftir yuregi Henry'nin. Gunduzleri elektrik fabrikasinda calisip geceleri izbe bir garajda araba motoru gelistirmeye harcar vaktini, enerjisini ve sofrasindan arttirdigi parayi. Mahallelinin, bu manyak herif ve garaji ne zaman havaya ucacak acaba, diye dusundugunu bilir ve umursamaz. Bir hayali vardir ve yasamin anlamini bu hayali gerceklestirme umudunda bulur.

Bu hayalin en seker yani toplumsal kaygisidir. Henry zenginler icin bir oyuncak degil, halk icin bir kolaylik icat etme durtusuyle yola cikmistir. Nitekim hayatinin onemli bir bolumunde bu yuzden para babalariyla kavga eder, sermayesine mecbur oldugu icin sirketine ortak aldigi rantiyeleri firsatini bulur bulmaz kovalar, ellerindeki hisseleri geri alir. Onlar da zaten Henry'ye bir zamanlar mahallelisinin yaklastigi tarzda yaklasiyor, bir arabayi bir sonraki yil daha pahaliya satisa cikaracagina daha ucuza cikarmasini var gucleriyle, agir bir dille elestiriyorlardir ama Henry nuh der peygamber demez. Gomunist olmasinin onundeki tek engel kibiri midir?

Isin tuhafi, tezinde hakli cikar, kapitalist pazari sosyalist bir cizgiyle fetheder. Tek tipi birak, tek renk (siyah) araba uretir, begenmeyen almaz kardesim, diye kesip atar. Eskiden saganak yagmur altinda saatlerce pedal cevirerek ise giden vatandasin, ayagini yerden kesen gosterissiz mucizeyi flivver diyerek asagilamasi toplumsal nankorluk mudur Ziya? Hos, gokten Isa peygamber inip, Henry, arabalari biraz daha cancanli yap, dese, yine yolundan donecek degildir. Topluma acidigindan degil, dogru-yanlis inanci yuzundendir bu tavir. Vicdanlidir Henry ama acima degil adalet kaygisiyla!

Ne devrimlere imza atmaz ki kral! Iscilere muazzam prim verir, tabii onun arabalarini alabilsinler diye. Bir sosyal servis kurar, tanrisiz bir dini servis gibi, yardima ihtiyaci olanlara yardim eli uzatir, tabii adam olma sartiyla, yani ickici, kumarci, sahtekar, vs. olmayacaksin. Aile babasiyim ve isimde gucumdeyim ama gelirim bazen yetmiyor mu dedin, melekler hemen yardimina kosar. Ancak gun olur devran doner, Henry kralligi da asar, bir numarali imparator olup cikar, butun o faydali isler de kotuye kullanilir.

Bir zamanlarin yardimlasma dernegi siluetindeki Ford Imparatorlugu giderek bir korku imparatorluguna donusur. Ford korumasiz dolasamaz, sendikalilar takip edilir, iscilerin hakkini savunanlar ya isten cikarilir, ya karanlik sokak aralarinda olesiye dovulur. Henry ise ulasilmaz olup cikar. Guvenlik sefi ve adamlari, onumuze gelen bir tekme siariyla Henry'yi eskiden bir parcasi oldugu toplumsal hayattan izole eder. Tabii Henry'nin rizasiyla. Yazar Henry Ford'u kapitalist bir domuz haline getirerek bitirir romani.

Naciz nazarimda Henry mucit, Ford sanayi krali. Romanin ozgun adi Flivver King dedik. Kasit T-modeline halk arasinda flivver denmesi midir sadece? Benim cevabim hayir Ziya, sasirmadin eminim. Sarkidaki gibi, Yes I blame this world for making a good man evil, diyor bence Sinclair. Kapitalizmin, serbest pazar ekonomisinin, rekabetin ve hatta insanin yerine gore pimli bir el bombasi olduguna dikkat cekiyor Sinclair, diyor bendeniz. Iste o pimin adi vicdan. Sen ki idealizminle bir kulusture can verdin, sen ki kendi cocuguna bilhassa bir kulustur olarak can verdin Henry. Seni dahi kaybediyorsak gonuller fatihi, oluru yok demektir. Ama insan, ama toplum, ama iktisadi sistem... Pimini cektin mi, bese kadar sayicaktin bi zahmet.


Serkan Taylan

6 Mart 2010 Cumartesi

Sabriye Kiymet

Olum bir yolculuksa bavulunu topla Ziya. Hipnozda hastalarin cocukluguna giden psikanalistlerden esinlenerek yine hipnozla dogum tarihi oncesine cikilan ekminezi yolculugu ruhun seyahat ettiginin ispati olabilir mi, ha?

Dickens'in vefatiyla yarim kalan son romani "Edwin Drood'un Sirri"ni bire bir onun diliyle tamamladigi soylenen Thomas P. James'in bahsini mutlaka duymussundur. Pekala, bu arkadas ucuz bir taklitci olsa Sherlock Holmes'un yaraticisi Sir Arthur Conan Doyle'un kafasini karistirabilir miydi dersin?

Peki ya Sabriye Kiymet'e ne demeli? Siz hic roman yazan bir ruh duydunuz mu dostlar? Hem de oyle bir iki degil, tam bes roman yazan bir ruh. Yaa...

Oykumuz 1883'te ABD'nde dogan Pearl isimli bir kiz cocuguyla baslar. 24 yasinda evlenerek Curran soyadini alan Inci'nin evliliginin ilk yillari gayet banal gecer. Taa ki 1913 yilina dek. 8 Temmuz 1913 yilinda denizin ote yakasinda 1649-1694 yillari arasinda yasadigini soyleyen bir ruh onu ziyarete gelir. Adi Patience Worth'tur. O gunden sonra Patience, Pearl'un agzindan konusur, siir okur, oyku ve romanlar dahi yazar. Bunlar icinde en meshuru olan The Sorry Tale, bazi uzmanlara gore Hz. Isa'nin oykusunu en iyi anlatan romandir. Elbette eser 19. yy. Amerikan diliyle degil, 17. yy. Ingiliz diliyle yazilmistir. Ve tahmin edilecegi uzere okuldan terk vasat bir vatandasin kapasitesinin uzerinde bir entellektuel duzeydedir.

O yillarda vaka giderek yaygin bilinir hale gelir, cesitli bilimadamlari tarafindan mercek altina alinir. Tabii skeptikler Pearl'in dersine iyi hazirlanmis bir sahtekar oldugunu ileri surmektedir. Bu iddialar elbet Patience'in da kulagina calinir. Bir gun kafasi atar, yetmisbin kelimelik epik bir siir yazmaya koyulur. Oxford Universitesi'nden Prof. Schiller bu eserde kullanilan kelimelerin 1650 yili Ingilteresi lisaniyla yazildigini teyit etmenin yani sira boyle bir siir yazabilmek icin insanin butun omru boyunca 17. yy. dili ile ugrasmasi gerektigini de vurgular. Profesore gore edebiyat dunyasi katiksiz bir filoloji mucizesi ile karsi karsiyadir.

Konunun giderek merakli bir hal almasi her branstan bilimadamini miknatis gibi ceker. Inci yaklasik 20 yil boyunca basta psikoloji uzmanlari olmak uzere cesitli doktorlar tarafindan incelenir. Gunler, haftalar demiyorum, 20 yil diyorum. Inancsizlarda birinin aklina gelen bir fikir dogrultusunda gunun birinde Sabriye Pearl'un agzindan konusurken dogaclama bir deneye tabi tutulur. O anda toz konulu bir siir yazmasi rica edilir. Sabriye'nin hic tereddud etmeden okudugu siirden bir alinti kezdurenlere sunulur:

Toz, toz, toz, krallarin maddesi,
Dogunun silahi, kirlarin külü,
Delilerin ayaginin altindaki balcik,
Solmus guller, curumus yapraklar, cökmüs
Saraylar, insanlarin umidi ve korkusu,
Nesillerin gozyaslari, tum insanligin eti.
Toz, toz Tanri'nin elinde bekliyor,
Birlesip yaratilmayi.
Toz, toz, toz - yarinin dogmamisinin,
Toz, toz - dunun olmusunun.

Liseyi dahi bitirememis birinin Pulitzer odulu almasi normal midir Ziya? Cevabini bildigin sorulari bana sorma diyeceksin belki. Gel gor ki, evren eliptikse iki nokta arasindaki en kisa yol bir dogru degil bir egridir diyor eloglu. Kendini Patience'in yerine koy simdi. Ruhun seyahat ettigini goren goze ispat etmek istesen, Pulitzer odulu alacak bir edebi eseri dile getirmek uzere bir dahiyi mi secerdin, yoksa bir cahili mi? Normal hangisi oldu simdi guzel kardesim? Bavul topla diyorsam bir bildigim var herhalde.

Acele et demiyorum, o ayri. Ama bavulun yoksa mesela, eksikligini duyuver bir zahmet.

Bukacinci Henri

7 Ocak 2010 Perşembe

Cingar Matinesi

Ete Veda. Bu ne simdi? Vejeteryan slogani mi? Doktor tavsiyesi mi? Hintli bir isadaminin adi mi? Dunyanin en buyuk sokak eglencesi mi? Belki hepsi.

Karnaval, ya da Latince'den dogrudan cevirisiyle Ete Veda, bir Hristiyan orucudur, ama orucluktan cikmistir desek yeridir. Isa peygamberin colde gecirdigi feragat sureciyle iliskilendirilir. Ozunde bir hayvansal gidalar perhizi olup, ulkeden ulkeye degisik olcutlerle tanimlanir. Uygulamada ise (artik cok az kisinin uyguladigi) dini bir perhiz oncesi, sosyal bir nevi sapitmaya denk gelir. Alkolun su gibi aktigi, insanlarin cinsellik ve dans orneklerindeki gibi, normalde ket vurdugu durtulerinin fokurdadigi eglence seklini alir. Yoresel kultur ve tarih de karnaval eglencelerine etki eder. Mesela Köln yoresinde 19. yy. baslarindaki Fransiz (Napolyon) isgalinin elestirisi de karnavali firsat bilen turlu soytariliklara meze olur.

Ozetle, karnavalda icilir, sokaklarda dansedilir, kapali mekanlarda, daha ziyade zenginler icin matineler (suareler) duzenlenir. Sahne alan komedyen ve muzisyenler, ickiyle kendinden gecmeye meyilli konuklari eglendirir.

Bu ihtisamli ve pahali eglencelerin sosyal vicdani olarak bundan 26 yil once ilk kez Köln'de Kokusmus Matine yahut Cingar Matinesi olarak tercume edilebilecek Stunksitzung gelenegi kok salmistir. Suya sabuna dokunmayan Karnaval eglencelerinin aksine Cingar Matinesi oyle bir gemi aziya alir ki, skeclerin malzemesi zaman zaman mahkemeye dahi duser. Ornegin bundan uc yil once sahnede Papa ile Köln Baspiskoposu Meisner bir yatagi malum sekilde paylasirken canlandirilmisti. Dunyanin en buyuk ikinci kilisesinin bulundugu sehirde boyle bir skec nasil cesaret ister, dusunun bi zahmet.

Cingar Matinesi her yil Aralik ortasindan Subat ortasina hemen her gun sahnelenen 3-4 saatlik bir cermen hisseli harikalar kumpanyasidir. Bes on dakikalik skecler arasinda muzik grubu Köbes Underground, orjinali genelde ingilizce olan meshur sarkilara yazdigi Almanca hicivlerle sisteme gecirir de gecirir. Skeclerden en cok politikacilar, kilise ve ordu pay alir. Bu nerdeyse yeminli bir duzen dusmanligidir ve masumiyet mevzubahis degildir. Bir insanin sistemde ilerlemesi onun elestirilmesi icin yeterli sebeptir. Ornegin bu seneki Matine'de, Almanya Saglik Bakani icin bence ziyadesiyle irkci bir ifade yer aldi. Bu arkadas Vietnam dogumlu, Amerikan isgalinin ve ic savas sonrasinin yarattigi zavalli nesilden olup Alman bir cift tarafindan evlat edinilmis. Neticede Almanya'da ve Alman kulturuyle buyumus, yuzu Asyali, ruhu Cermen, 32 yasinda Bakan olmus biri icin, daha goreve gelir gelmez, elestirilecek hicbir icraati yokken, eskiden Guneydogu Asyali cocuklar seks turizminin kurbani olurlardi, simdi bakan oluyorlar, demek hem got hem vicdan ister. Peki anarsist insanlar boyle bir seyi niye yapar? Cunku o savas kurbani cocugun sahsinda sistemi goruyor. Liberal Parti'nin bakanina bel altindan vurmak insanliga hizmettir diyor herhal. Papa'yi oglanci, Hitler'i maymun yapan adam, Federal Bakan'i onun bunun cocugu ilan etmekten cekinir mi?

Butun bunlara ragmen aslinda hiciv ikinci planda. Ilk planda Ren insaninin muhabbeti, eglencesi, yerel esprileri, dili, kisacasi mavrasi yer aliyor. Skeclerin buyuk bolumu, Almanca'dan ziyade, bolgesel sive sinirlarini asip nerdeyse bir dil haline gelen Köln dilinde (Kölsch) sahneleniyor. Eger bu ekosisteme uyum saglayabiliyorsaniz aralarina katilabiliyorsunuz. Izmirli bir Turk tiyatrocu, Ozan Akhan bunu basaran onemli bir isim. Gordugumuz kadariyla her sene daha fazla rol aliyor sahnede. Bu sene de bir Michael Jackson rolu kesti ki, Tolgahan gorse elini sikardi, son tahlilim budur.

Evet, ayrilik vakti yaklasiyor. Her ayrilik zordur demis vatandasin biri. Sanki geri kalan her sey cocuk oyuncagi. Urkek deniz kabugu yengeci misali kabugumuza geri donmeden sunu da hatirlatmis olalim: Su dunyanin duzenine bak, sarkisini soyleyen cok insan var su dunyada. Bir degil, uc degil, bes degil, cok. Hepsi dili dondugunce soyluyor. Demek, vazgecmiyor. Kendinden feragat eden kezdurenin, vazgecmeyenleri ovmesi celiski arz eder mi Ziya dedim, bir seher vakti. Ziya'nin cevabi gecikmedi: Abi senin neyin var?

Amos Calloway