
‘Lefebvre, hayatin bir tasarı gibi yasanması gerektigi ve entelektüel ve siyasal olarak bir anlam ifade eden tek tasarinin da ‘hayat’ olduğu konusunda israrliydi. The Production of Space, kati surette bu tasarinin sonu degildi; yazmaya devam ettigi ve bu zamana kadar calistigi için…'
Bu sozleri Henri Lefebvre icin soyleyen David Harvey adinda bir zat-i muhterem. Lefebvre, Fransiz felsefeci-sosyolog; en cok kent sosyolojisi icinde aniliyor, zira kent ve gundelik hayat uzerine cok seyler yazmis, '68 hareketine Paris'te taniklik etmis, ayni zamanda Fransiz Komunist Partisi Uyesi bir vatandas. Alintida anilan pek meshur kitabi Production of Space, enteresan bir biçimde birbirine karsit, iki kentsel yaklasima da (marksist ve postmodernist) kaynaklik etmis, kentsel mekani tartistigi kitap. David Harvey ise, hala hayatta, kent cografyacisi, bu yuzyil marksist kent kuramcilarinin en onde gelenlerinden, Lefebvre'nin mekan analizini yeniden formule etmis bir sosyal bilimci.
Lefebvre'yi ya da Harvey'i Kezduren tarihine not dusmek gerekir mi? Bilmem.
Aslinda sanmam.
Dogrusu ben tez yuzunden okumak zorunda kaldim. Herhalde ancak meraklisina. .. Serkan'in 'hayatimin son projesi' lafi bende dogrudan Harvey'in yukaridaki sozunu anistirdigi icin buraya konu oldular (bugunlerde baska kimleri ve neyi anistirabilirdi zaten?...)
Hayatin kendisini bir tasari olarak anlamak; tabii insanin kendi eliyle, iradesiyle yarattigi bir tasari; 1960'larin alabildigine modernist fikir dunyasinda ve yukselen bir toplumsal muhalefetin icinde, insanlar kitlesel halde hayatlarini degistirebilecekler ine o denli inanmisken, yani 'zamanin ruhu' insan akli ve iradesinin kibriyle dolup tasarken, hayat, ancak boyle tarif edilebilir. Aslinda kent tasavvuru da bu alginin dogrudan yansimasi; insanin yarattigi bir sanat eseri; ouevre diyor Fransizca, creation anlamina gelirmis. Ve tabii asil derdi, kenti bir celiskiler yumagi olarak anlamak ve cozmek ve devrimci utopyasini bu mekana atfetmek...
Benim derdimse, Lefebvre'nin inceledigi seyle, analiz nesnesiyle bu denli ozdeslemesi. .. Donemin baska bir marksist kentcisi Castells, Lefebvre'yi, temel toplumsal celiskiyi, kentsele tasimakla elesitirir ve bakin ne der:
‘Problematik, dusunuru, kentsel olgunun Marksist bir analizini yapmaktan alikoyarak kendi girdabına ceker; dusunur, oldukca tuhaf bir entelektuel evrimle, Marksist problematigin kentsel (urbanistic) teorizasyonuna, giderek daha cok yaklasir. Boylece, mesela, ortaya cikan toplumu kentsel (urban) olarak tanımladiktan sonra, devrimi de ilan eder; yeni devrim, mantiksal olarak kentseldir.’
Sizi ic bayiltici kent tartismalariyla kusatmak istemiyorum; ama Castells, buyuk olcude haklidir, Lefebvre'nin yazilarinda da kent mekanina hayranligi sezmemek mumkun degil. Bir de Harvey'in kent tanimina bakin, ondaki hayranligi da hemen sezinleyeceksiniz:
‘Sehir, asla karmasa, catisma ve siddetten azade, ahenkli bir yer olmamıştır. Sadece 1871 Paris Komunu tarihini okuyun, Scorsese’nin kurgusal tasviri olan, 1850’lerdeki ‘New York Ceteleri’ni izleyin ve ne kadar yol kat ettigimizi dusunun. Ama sonra Belfast’i bolen, Beyrut ve Saraybosna’yi yok eden, Bombay’i sallayan ve hatta ‘melekler sehrine’ dokunan siddeti dusunun. Sogukkanlilik ve incelik, kent tarihinde istisnadir, kural degil. İlginc olan tek soru, ciktilarin yikici mi yoksa yaratici mi oldugudur. Genellikle her ikisidir: kent, yaratici yikiciligin tarihsel mekanidir. Yine de kent aynı zamanda, kayda deger bicimde esnek, dayanikli ve yenilikci bir toplumsal form oldugunu kanitlamistir.’
Dusunsenize bu adam, yanilmiyorsam Oxford'da, kent uzerine calisiyor, calistigi seyi boyle hayranlikla anlatiyor.
Insanin hayati ve hatta kendini, yaptigi, calistigi isle, seyle tanimlama ihtiyacinda olmasi, hatta bundan kacinamamasi cok tuhaf aslinda, yani olumlamak uzere demiyorum; hayret verici demek istiyorum. Ustelik bu aslinda, galiba cok da yeni bir sey, modern zamanlara ozgu, insanin emekle tanimlanmasiyla ilgili.
Richard Sennet'in bu konuyla ilgili bir kitabini yine ayni vesileyle gecenlerde okudum; Esit Olmayan Bir Dunyada Saygi, insan-is-saygi meselesini harikulade anlatiyor. Ne Lefebvre ne Harvey ya da Castells ama Sennet (odun/ sinifci bir marksist degil, kulturcu diye herhalde) Kezduren tarihine kesinlikle not dusulebilir. Vaktiniz olursa okumanizi da oneririm ama sozum olsun madem, bir boslukta ve diger kitabini da okuyunca yazayim.
Kendi meselemize donecek olursak; Serkan'in kendi yaptigi is disinda, muhtemel ki bir anlam ihtiyaciyla bir 'projeye' sahip olmasi, ustelik bunun yaratma-ifade etme-iz birakma etkinligine cagrida bulunan bir proje olmasi ve en nihayet sitem de edebilecegi bir hissiyatla bunu sahiplenmesidir ki, bugun bir durup, gunlerdir uzerlerine yazmaya calistigim bu adamlari baska bir vesileyle dusunmeme sebep oldu. Serkan'i daha cok uzmeden ve kizdirmadan hic olmazsa dusunduklerimi kaleme alayim, paylasayim dedim. Bir de tabii dikkatinizi cekerim, yazmaya kalkarsam, bu korkunc mevzulardan soz ediyorum, ne yazik ki guzel hikayelerim yok, bir sure daha en azindan.:))
Son bir not, kent uzerine yazan herkes bu kadar bayiltici degil, hatta cok guzel, keyifli yazanlar var; Marshall Berman bunlardan biridir ve gecenlerde burada adi gecen Faust'un modernizmle iliskisi uzerine super bir tartisma yurutur, Kati Olan Her Sey Buharlasiyor isimli kitabinda; biraz musaade olursa onu da uzerime alayim ve buraya muhakkak not duselim, kellemiz bir gece yarisi ansizin gitmezse...: )) gorusmek uzere,
eylem