
ben sizin dilinize ve baglaminiza daha fazla yabancilasmadan, anladigim kadar, anladigim yerden dahil olayim mevzuya bari, musaadenizle. ..
ezilen cins ifadesi, kadin erkek arasinda kadinlar aleyhine isleyen bir iktidar iliskisinin varligini kisa yoldan tanimlamak uzere kullanilir. kadinlarin bu tur bir iktidar iliskisinin tarafi olmadigini dusunuyorsaniz, sokaktan ailedekine kadina karsi her turlu siddeti, her turlu onyargi ve erkek ideolojisini bir iktidar iliskisinin tezahuru olarak gormuyorsaniz, bu fasli sonsuza kadar kapatalim. oyle olmadigini dusunerek devam ediyorum.
ozan'in vurguladigi biyoloji meselesi de, irem'in 'yetistirilme tarzi vs' olarak ifade ettigi sey de feminist teoride mevcut yaklasimlardir. ilki, ozcu (essentialist) yaklasim, digeri toplumsal cinsiyet (gender) yaklasimi olarak genellenebilir. ozcu yaklasimda kadin dogasi ve erkek dogasi diye bir seyin oldugu kabul edilir, iktidar meselesi bu temelde cozumlenmeye calisilir; digeri, toplumsal cinsiyet ise bence 20. yuzyilin en devrimci kavramlastirmalarin dan biridir, itiraz eden kimse kalmadi, sinif gibi bir kavram haline coktan geldi. Toplumsal cinsiyet, kadin-erkek diye bildigimiz her seyin, her rolun vs. kadinin toplumsal denetimini saglamayi amaclayan bir iktidar iliskisi icerdigini, yani cinsiyet rollerimizin, varolusumuzun toplumsal olarak kuruldugunu, aktarildigini, dolayisiyla ogrenilmis oldugunu soyler. devrimcidir cunku, ozculukten farkli olarak bu kavramlastirmada degistirme potansiyeli vardir; yani, madem toplumsal olarak kuruluyor, toplumsal
olarak
degistirilebilir de... ve... bu yuzden de bu noktadan itibaren feminist teori kadinin ozneligi uzerinde durmustur. buna gore; kadinlar bu toplumsal iktidar mekanizmalarinin farkina varirlarsa, dort duvar arkasinda yasananlarin ortak oldugunu kesfederlerse vs, iste o zaman dayanisma ihtimali ortaya cikar ve zaten feminist aktivizmin gecen yuzyil boyunca derdi de bu tur bir dayanismayi her yerde ormek ve guclendirmek olmustur. iste sevgili irem, bize dair cok kilit bir meseleyi, etimizde kanimizda hissettigimiz bir meseleyi, guven meselesini ortaya attiginda, ses vermek istememin sebebi benim, feminist fikirden de aktivizmden de kac zamandir uzak dusmeme ragmen hala bu tur bir dayanisma idealine olan romantik bagliligimdandir, tumuyle bana dair bir durumdur yani; kesinlikle ortamdaki kadin arkadaslarin ukala bir tutum takindigim fikrine kapilmalarindan imtina ederim; erkek arkadaslar istediklerini dusunebilirler, onlara ukalalik etmenin de, sozlerini
kesmenin vs.nin de mubah oldugunu dusunenlerdenim, hatta bu konuda cesitli fikir sahibi olanlara, once kendi iktidar sahibi erkeklik rolleriyle samimiyetle yuzlesmelerini salik veririm, kadinlar kendi yuzlesmelerini yapmakta cok yol katettiler.
zirvalamayi birakip irem'in ortaya sordugu soru uzerinden devam etmek isterim. feminist dusuncenin yine gecen yuzyila damgasini vuran slogani da su olmustur: 'ozel alan politiktir.' Burada kilit, ozel/kamusal ayrimidir. buna gore ozel alan, disil olan, kadina ait olandir, aile, cocuk, iceri ait olan her sey, duvarin ote yani:)). ve... kamusal, erildir, sokak, meslek, politika, disaridaki her sey erkege aittir. ve bu, aziz kardeslerim, bizim genlerimizde yazilidir, tabiri caizse. dagita dagita, sevdalisi oldugum bir adama, Carl Jung'a atlayacagim, bagislarsaniz: )) Freud'un cagdasi, analitik psikoloji okulunun kurucusu bu agabey, toplumsal bellek/kolektif hafiza kavraminin mucididir; bu kavram der ki, atalarimizin kultur vs gibi tum mirasi, yasadigi her sey kusaklar boyu aktarilir, yani her toplumun/toplulugun ortak bir hafizasi vardir ve bilincaltinin bir kismi bu hafizadan olusur. kadinlarin toplumsal hafizasinda neler yazili buyurun dusunun. biz
kendimize ait olmayan bir alanda, kamusalda tutunmaya calisirken, tarihin yukunu tasiyoruz bilincaltimizda emin olun, bir turlu anlam veremedigimiz tutukluklarimiz, yazmak, konusmak, teori yapmak, yonetmek, karar almak, hedef koymak, hedefe ulasmak vs her konudaki aksamalarimiz, iliskilerimizden (her turlusunden) bunala bunala yasarken, hayatin kalan kismini da o bunalmalardan cikip kendimizi iyi hissedecegimiz bir isler yapmak icin didinerek gecirmemiz cok tarihsel, cok toplumsal ve cok politiktir. cunku 'ozel olan politiktir', yani iktidar her yerdedir. Ama sanirim farkindasiniz burada gizli bir ozcu tini da gizli esasen. kusaklar boyu paylasilan bir ortak hafiza, ortak bir cinsiyet anlatisi, giderek bir kadin dogasi ve erkek dogasi da insa ediyor kuskusuz; yani en azindan ben oyle dusunuyorum, hatta ben zaten bir kadin ve erkek dogasi oldugunu dusunuyorum, bu acidan bir miktar ozcuyum, dogurganlik vs, cok kolay atlanamaz bence. anyway...
zaten bizler acisindan da hayati olan, pragmatik olalim biraz, bu iktidarin kaynagi falan degil; bir noktadan sonra yani... nasil asariz kardesim bunu? soru bu, of of of...
Jung'a donuyorum. der ki her kadin bir maskulen ve erkek de bir feminen tasir. saglikli durum, denge durumu, bunlarla gercek, saglikli iliski kurabilmekte. .. yani, maskulen ve feminenin her kisilikte ifade edilebilmesi. simdi kadinlarda en cok rastlanan durum, maskulenin bastirilmasi. .. bu ne anlama geliyor, icinizdeki eril konusmuyor yani, kendini ifade etmiyor, karar almak, inisiyatif koymak, hedefe ulasmak vs konularinda cuvalliyorsunuz demek... ote yanda erkekler feminenleriyle sorunlu iseler, duygularini ifade etmekte sorun yasaniyor. aslinda ozel kamusal arasindaki zitligin psikanalitik olarak kurgulanmis hali bu (ben boyle anlamayi seviyorum yani:)). her neyse, buradan cikan sonuc, Jungian analiz sunu oneriyor kadinlara; mumkunse disil olmayan bir alanda (yani mesela annelikle vs ilgili olmayan bir alanda) hedef belirlemek ve pesinden gitmek, bunda israr etmek; boylece maskulenle iliski kurmaya baslayacagiz ve onu guclendirmek uzere calisacagiz.
aslinda tam da irem'in son mailinde kastettigi sey; bu iste kendini ispat degil, kendi olmak durumu. galiba tum hikaye bu ama yasanirken cok zor elbette.
sonucun sonucu;
herkes hayatta kendi durdugu ugraklarca anliyor dunyayi, kendini ve yasiyor. hangi durakta durup, oradan ne edindiyseniz eldeki avuctaki o. ben cesitli duraklardan sonra, farkli farkli dusunce sistemlerinin birbirine cok yakin hatta ayni seyleri soyleyebildigini anladim. beni en cok carpan ortaklik ise, zitlar ve zitlarin birligi meselesi oldu. ozel/kamusal, maskulen/feminen, kadin/ erkek... hayati tum kutupsalliklari icinde anlamak yani; anahtar ise bu kutupsalligi asma yetisini gostermekte, oraya takilip kalmakta degil. marxta da ayni ilke, yadsimanin yadsinmasidir mesela... tam buraya Mevlana'dan da bir sozum var aslinda ama artik o kadar abartmayayim, o da bana kalsin, bu kadar postmodernize olmayalim, simdilik en azindan:))
ben daha yeni yetme bir marksistkene, Kautsky'nin bir lafina pek bayilirdim: 'her devrimciye biraz anarsizm gerek'; bunu soyle formule ediyorum, 'her devrimciye biraz anarsizm, her kadina biraz feminizm gerek':))
cok yorucu bir gunun sonunda yaziyorum bunlari, iyice gevezelige vurdum ve susuyorum. erkek arkadaslar, saldirgan bir uslup sezdilerse, it is not personal, dear friends, diyorum:)).
sevgiler,
eylem