Ejder’in Üç Fedaisi filminde bir adada düzenlenen dövüş turnuvasına katılan kumarbaz John Saxon, yarı finalde Bruce Lee ile eşleşince, pas der, ben haddimi biliyorum.
Milyonlarca kitap içinde daha bin kitap okumadan biz de haddimizle müşerref oluverdik, iyi mi!
On defa elime alıp nihayet bitirdiğim, bu arada kendimi de nerdeyse tükettiğim eserle başlayıversin yolculuğumuz: Fransız yazar Lautréamont’un acı ve kötülük ağıdı, Maldoror’un Şarkıları ile.
Anne babasının görev yaptığı Uruguay’da 1846 yılında Isidor Ducasse adıyla doğup sonradan Comte de Lautréamont adıyla yazarlaşan bu tuhaf kişiliği bize tanıtan ve kitabını çeviren kişinin kendisi de ancak bir edebiyatçı olabilirdi. Özdemir İnce beyefendiye bu vesileyle sadece saygılarımızı değil, bu olağanüstü zor çevirinin altından yüz akıyla kalktığı için takdirlerimizi de sunmayı borç biliriz.
Maldoror’un Şarkıları’nı yayımlayan Gece Yayınları ve bu eserle açılan Toth Kitapları serisi, henüz olmadıysa, mutlaka bir gün kült olacaktır, bu da tarihe düştüğümüz bir dipnot olsun efendim.
Dönelim yazara: Bahtı kara Isidor, henüz 1,5 yaşındayken annesi intihar eden, kendisi de okumaya geldiği Fransa’da 24 yaşında intihar edecek olan bir isyankârdır.
Bu isyankârın eserinin başkahramanı Maldoror da en yüksek makam olarak anılan Tanrı’ya isyanın vücut bulduğu saf kötülüktür.
Isidor’u şahsen tanıdığını iddia eden iki kişi yazar tarih ki bunlardan biri yayıncısıdır zaten.
Ducasse öldüğünde eseri henüz kitapçılarda satışa çıkmamıştır. Tam manasıyla geberip gitmiştir bir anlamda bu dünyadan zavallı.
Zavallı tanımlaması elbette bir küçümseme ifadesi değil, bir empati denemesidir. Zira gerçeküstücü akımının ilahlarından biri kabul edilir Lautréamont. Tanrı rahmetini üzerinden esirgemesin.
İsminden yapılması en olası çıkarıma göre Maldoror, şafağın kötülüğüdür. Şafağın kötülüğü ne ola hacım, diyenler için güncel çeviri önerim: Allah’ın belası.
Evet, Maldoror Allah’ın belasıdır. Burada kastedileni tam olarak anlamak için belki de Maldoror’un, Yaratıcı’nın yengeç kılığında gönderdiği bir başmelekle kapıştığı bölümü (sahneyi?) okumanızı salık vermeliyim. Hatta verdim gitti.
Maldoror’un en önemli niteliklerinden biri, kötü ruhlu doğmuş oluşudur. Yaşamının ilk yıllarında iyi yürekli olmaya çalışır, ama tabiatına yenilir ve nihayet kötülüğü meslek edinir, “pembe yanaklı küçük bir çocuğu sevip dururken yanaklarını usturayla kesip koparmak isteyecek” raddede.
Varlığını keşfederken bir gülüşü olmadığını farkeden Maldoror, bu eksikliğe dudaklarının birleştiği yerlerde etinde yaralar açarak yanıt verir. Bu görsel motif bir buçuk asır sonra Batman’in Joker’inde de kullanıldı, ihtimal hatırlayacaksınız.
Maldoror’a göre dünya çirkin ve mutsuzlukla dolu bir yer, adeta bir cehennemdir.
İnsan zaten iyi bir varlık olmadığı için, ölüp bu dünyadan kurtulmayı değil, kalıp mutsuzluk içinde çürümeyi hak eder.
Biraz da bundan belki, Maldoror öldürebileceğinden çok daha az insan öldüren bir canavardır.
Bunun yerine mesela, “ailelere nifak tohumu ekmek için bir anlaşma yapar fuhuşla”. Fuhuşun başını ezmesi için ona telkinde bulunanın başını ezer onun yerine. Ve fuhuşa ilan-ı aşk ettiği o gün erdemi resmen terk eder.
Maldoror’un Şarkıları anlatılarak duyumsanabilecek kitap değil ama sussak daha mı iyiydi?
Ducasse kitap boyunca, isyandan arta kalan zamanlarda, bizlere ilk bakışta korkunun kahramanları gibi gelen hüznün kahramanlarını öyküler: açlıktan birbirine saldıran köpekler, onların ölümcül kavgalarını izlemek için durabilen ancak aynı saygıyı bir cenazeye göstermeyen insanlar, daha dün birbirine tapıp yanlış yorumlanan bir sözcük yüzünden birbirini silen sevgililer, batan bir geminin kazazedelerini yiyen köpekbalıklarının yanında ispermeçet balinasının yalnızlığını da sindirebilen, Tanrı’nın öcüyle kıyaslanan, İblis’in barınağı yaşlı okyanus…
“Şarkılar” boyunca Maldoror kötülük tohumları eker de eker. İnsanlara, sevdikleri üzerinden büyük acılar tattırır.
Fikir başka başkadır elbet ama bize göre Maldoror’da acı, kötülükten daha baskın bir duygudur.
Küçük Isidor’a ilham veren, zaten karanlık bir çağ olan 19. yüzyılı daha da karartan kendi acı yaşam öyküsü olmasın?
Altı şarkının henüz birincisinde öykülenen, Norveçli bir mezarcıyla konuşmasında Maldoror gören göze ipucu verir zaten: “Niçin ağlıyorsun mezarcı? Bir kadınınkine benzeyen bu gözyaşları neden? İyi anımsa, bu direkleri kırık gemide acı çekmek için bulunuyoruz bizler. İnsan için ne büyük onur, Tanrı’nın insanı en ağır acıları yenebilecek yetenekte görmesi. Senin o çok değerli dileklerine göre, mademki acı çekmeyeceğiz, herkesin ulaşmak için bunca çaba gösterdiği bu ülkü, bu erdem neye dayanacak?”
Toplumun geniş katmanlarına asla yar olamayacak kadar sıra dışı bir yazar olan Lautréamont’u, şu cihanda ıskalanmaması gereken yıldızların başına koyarken, ruhundaki yaraları çocuk yaşta kaleme aldığını unutmayalım. Yazıp çizenlerdenseniz, 20 yaşınızda yazdıklarınızla yan yana koyuverin bu kitabı bir zahmet.
Evet, ilk metnimizin sonuna yaklaştık. Belki merak edenler vardır, Maldoror’un Şarkıları nasıl biter.
Maldoror, Mervyn adlı bir yeniyetmenin canını almayı kafasına koymuştur. Bu aslında bir meydan okumadır Kadir-i Mutlak’a. O da nitekim bu ölümü önlemek üzere başmeleklerinden birini gönderir yeryüzüne. Maldoror önce başmeleği öldürür, sonra Mervyn’i Vendôme Meydanı’ndaki panteonun orada sallandırır, bunu izlemeye (önlemeye?) bir gergedan kılığında gelen kadim düşmanına da bir kurşun sıkmaktan geri kalmadan.
Tanrı öldü mü diyordu Nietzsche?
Bakın nasıl açılıyordu Şarkılar: “Tanrı’dan dilerim ki, yüreklenen ve okuduğu kitap gibi geçici olarak canavarlaşan okur, bu kasvetli ve zehirli sayfaların ıssız bataklıklarında sarp ve yabanıl yolunu şaşırmadan bulur”.
Şarkılar’ın sonunda meydanda bir çekül gibi sallanan Mervyn’e vedasının üzerinden henüz bir yıl geçmeden, Ducasse’ı da kendi odasında tavanda asılı sallanır bulurlar.
Acaba sarp ve yabanıl yolunu kaybettiği için mi sallanmaktadır, yoksa bulduğu için mi?
Kim bilir, belki de Isidor Ducasse’ın öykü içindeki öyküsünde, yaşamının birinci sahnesinde duvara asıp son sahnesinde patlattığı silahın kurşunudur Maldoror’un Şarkıları.
Kadim dostuna sıktığı…
Serkan Taylan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder