Biliyorsun Ziya, sen yoksun. Ancak, var olmamak hor görülmeyi
gerektirmez. Bir şey sırf gerçek değil diye, saygıyı, insafı
ondan esirgemek vicdansızlıktır. Çocuklara anlattığımız masallarda
rastladım ben o vicdansızlığa. Açıver kapıyı o halde senin gibi yokluktan araklanan
anılara. Mesela meşhur Cermen masallarına...
Cermen masalı deyince, orada bir durmak lazım. Masallar
temel duyguları ve sık rastlanan yaşam durumlarını konu aldıkları için birçok
kültürde yüzyıllardır benzer biçimde
anlatılagelebiliyorlar. Bir masalın bırakın Alman mı Fransız mı olduğunu,
Avrupa masalı mı yoksa Çin masalı mı olduğunu belirlemek bile zor ve muhtemelen
beyhude. Biz bu maceraları Cermen versiyonundan (Grimm) aldık, emeğe atfen vaftiz
ettik, ama masallar elbette insan icadı yapay kimliklere tabi olamaz.
Gözyaşları da elbet. Gözyaşlarından kastımız, masalı
anlatırken olsun, dinlerken olsun, pek öyle üzerinde durmadığımız beyaz
cüceler, kara delikler. Gerçek hayatta yüzleşmek istemeyeceğimiz, utanacağımız,
hatta lanetleyeceğimiz kaderler, eylemler, acı gerçekler. Yazıklar
olsun imzalı yaşam durumlarından söz ediyorum.
Külkedisiyle başlayalım. Cinderella da diyebiliriz. Kötü
kalpli üvey anne klasiğidir. Nedir peki külkediliği, hiç sorduk mu bu soruyu?
Kendi çocuklarına bal kaymak, üvey evlada dayak, anladık da bunun külle ilgisi
ne, değil mi? Bırakın köle gibi çalıştırmayı, ocaktaki küle her gün bilhassa
bezelye, mercimek atıp kızcağıza ayıklatıyorlar, sırf zevk için. İnsanlığa
sığar mı bu? Sonrası malum. Sarayda dansa gizlice gidiş, pabucu kaybediş, sonra
prens pabuçla kapı kapı dolaşıyor. Ondan evvel pabucu deneyen üvey kızkardeşe
pabuca uysun diye topuğunu kestiren e aynı zihniyet değil mi? Bu olmaz.
Bremen
Mızıkacıları’na gelelim. Bir eşek, bir köpek, bir kedi ve bir horoz, evlerinden
ayrılıp Bremen’de müzik yapmak için yola çıktılar, yolda haydutları korkutup mala
mülke kondular. Mister No’nun mırıldandığı bir türkü vardı, hayat ne güzel ne
hoş, haydi durma sevgiline koş, diye. Öyle mi dersiniz? Bu hayvanlar niye yola
düştü, onu iyi biliyor muyuz? Kovuldular Ziya, yaşlanıp iş göremez olunca kapının
önüne kondular. Sonu iyi bitti, zengin oldular falan ama gece yatınca, yıllarca
hizmet ettikleri insanın onları bir kalemde sildiği gerçeği gözlerinden damla
damla akmayacak mı? Olmaz.
Uyuyan Güzel var, tek başına değil, bütün şehirle
birlikte uyuyor 100 yıl. Niye? Kral ve kraliçe kızlarının doğumu şerefine şölen
tertip ediyor, yemek takımı 12’lik diye 13 perinin 12’sini davet ediyor. 13.
Peri de kinleniyor, lanet okuyor vs. İyi de kardesim, Kill Bill filminde Bill
ne dedi? I am a murdering bastard, you know that, and there are consequences to
breaking the heart of a murdering bastard, demedi mi? Yani kalbini kırdığın
kötü peri ne yapacaktı ya? Kralsın, emir ver, bir tabak daha yapsınlar.
Hansel ve Gretel kardesler. En
çok da bunlara üzülüyorum. Bu sefer üvey de değil, öz anneleri, babalarının
kanına girerek bunları ormana bıraktırıyor. Sonra, çocuk yiyen cadı kötü oldu.
Ya arkadaş, annen baban seni kurda kuşa yem ol diye sokağa attıysa cadı mı kötü
şimdi? Ne diyor Adem’in Elması filminde, Şeytan’ın umrunda değilsin, senden nefret
eden Tanrı! Masalın sonunda cadıyı fırına attın, iyiler kazandı, öyle mi? Annen
babanın yaptığı yanlarına kaldı mı, kaldı. Üstelik sen şiddet eğilimli, katil
bir çocuk olduğunla kaldın. Peki annen baban seni niye sokağa attı, bilir
misin? Açlardı da ondan. Yani bir de ana baba katili olmadan iyi düşün.
Fakirliğin gözü kör olsun.
Rapunzel, Türkçe’si semizotu. Hamile
bir kadının canı çok çekti, perinin bahçesinden semizotu çaldırdı kocasına. Bir
değil, iki değil, sonunda peri illallah dedi, çocuğu aldı mı ellerinden. Kuleye
kapattı, saçlarını uzattırdı. Tabii kim sever mahkumiyeti, kız ilk fırsatta
kaçtı. Canım kardeşim, ana babanın günahı çocuğuna geçmez diyoruz, Yahudi
kanunudur, Hristiyanların ayrıldığı en önemli noktadır, ama bütün bunlardan
periye ne? Elli kere oğlum bak git, demedi mi? Çalın, sayemde hırsız olun, mu
desin? Olmaz.
Kırmızı Başlıklı Kız. Kısaca
Kırmızı diyelim. Kurt bundan önce vardı, anneannesini yuttu, Kırmızı’yı da yuttu.
Avcı geldi kurdun karnını yarıp ikisini kurtardı. Peki kurt sonra nasıl öldü,
bilir misin Ziya? Kırmızı bunun yarık karnına taş doldurdu, kurt o karınla çatlayarak
geberdi. Gel hayvan hakları çağında bunu izah et. Gençliğimde
püskürdüğüm bir fıkra vardı. Kırmızı ormanda giderken ağacın birinin arkasında
çömelmiş kurdu görür, kurt, kurt, gördüm seni, hiç saklanma der. Kurt da bunun
üzerine, Allah kahretsin, deyip uzaklaşır. Birkaç dakika sonra aynı sahne, kurt
lahavle der. Üçtü, beşti derken hep sobelenen kurt sonunda dayanamaz
bağırır Kırmızı’ya: Gördünse gördün len, bir rahat kaka yapamadık Allah’ın
ormanında!
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’le
meramımıza bir son verelim. Kraliçe, nam-i diğer kötü kalpli üvey anne çok
güzel, ama Pamuk daha güzel. Ver eline zehirli elma, tak saçına zehirli tarak
derken, muvaffak olamadı tabii. Ziyacığım, Almanlar zamanın dişi tabir eder,
kraliçenin sorunu Pamuk’tan değil, yaşlanmaktan kaynaklanıyor. Evet, her güzel kadının
ağıdı bu. Pamuk’la değil alıp veremediği, yoksa. Pamuk’sa olayı kişisel alıp
masalın sonunda kor demirden ayakkabı giydiriyor yaşlı kadına. Nasıl bir kin
bu? Sen yaşlanmıycan, değil mi Pamuk? Bremen Mızıkacıları’nı bir zahmet bir
daha oku.
Anlattıkça dertleniyorum
Ziya. Halbuki rahatlamak için başlamıştım yazmaya. Bunca lakırdının tortusu mu,
dedin? Masallarda mumla aranan vicdanı sen yaşamında eksik etme, insafını
esirgeme. Orman Allah’ın, tabiatın, kiminse, mühim olan, bizim değil.